bir sürü haller içinde...

31 Aralık 2014 Çarşamba

bilanço 2014

Bu senenin bilançosuna gelelim artık.. Neler oldu 2014'te kendi kişisel tarihimizde..

Öncelikle 2014'e veda yılı demek istiyorum.. 2014 bizim ev en çok da evin baş kahramanı Ulaş için bir vedalar dizisi oldu (silsilesi mi demeliydim yoksa :)..



Daha yılın ilk günlerinde memeyle vedalaştı (k).. Benim için de sancılı bir süreç olsa da o kadar da zorlandık diyemem.. Yeni düzene çabuk adapte olduk.. Arada meme? sorguları gelse de; bitti söylemini kabullendi kısa sürede... Bir süre özellikle öğlen sütünü biberonla içse de o da uzamadan bitti.. Sorgulamadı bile.. Yemek yiyordu, bardaktan süt içiyordu zira..


30 Aralık 2014 Salı

bu senenin kitap bilançosu

2014'ün kitap bilançosuna yeni (yada anca mı demeli) keşfettiğim yazarlarla başlamak isterim..

Bunların en birincisi Ayfer Tunç; türk edebiyattan son yıllarda açıkçası oldukça kopmuştum.. Yeni yazarlara önyargıyla yaklaşıyor, eski-yeni yazarları ise fazla tanımıyordum.. Reklam kampanyalarının kendimde gözle görünür etki yarattığı tek olgu Ayfer Tunç'tur belki de.. Canımı sıkan, moralimi bozan bir haber-reklamın ardından, Can yayınlarının kapağını değiştireceği ilk yazar olarak tanıdım Ayfer Tunç'u.. Sonra başka başka yerlerde rastladım kitap eleştirelerine.. Merak ettim.. İşte reklamın amacı ve başarısı :)) Neyse. İlk dünya ağrısını okudum doğal olarak:)) Ve çok etkilendim.. Buyrun yazısı burada.. Her zaman olduğu gibi, beğendiğim bir yazar bulunca bokunu çıkarma alışkanlığımla devam ettim Ayfer Tunç hayallerine.. Kapak kızı, bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi bu senenin Ayfer Tunçları.. Evde bekleyen suzan defter 2015te yer bulacak kendine..

Bir yeni tanıştığım yazar da İhsan Oktay Anar.. Ciddi ciddi fanları olan arkadaşlarıma rağmen osmanlıca dil yapısı nedeniyle pek kıymet vermediğim, anlatılarında bir din fanatikliği olduğunu düşündüğüm İOAya karşı oldukça mesafeli ve önyargılıydım..Evet önyargılarımı yiyeyim.. Çok şey kaçırmışım bu güne kadar içine girmesi zor da olsa öykülerindeki eleştirel ve ironik tarz çok geçmeden beni de etkisi altına aldı.. İlk okuduğum puslu kıtalar atlasının etkisiyle tabiki devamı geldi.. kitabül hiyel ve galiz kahraman'dan sonra yedinci gün de bu senenin listesine girecek gibi.. elimi çabuk tutmam lazım ama.. :))

26 Aralık 2014 Cuma

ulaşın kütüphanesi

Bu senenin.. yazılarına Ulaş'ın kitapları ile başlıyorum sevgili okur.. Halen bu senenin.. başlığından gına gelmediyse buyrun..

Öncelikle Ulaş'ın bu sene kitap konusundaki algı değişikliğine değinmeliyim sanırım.. Geçen yıl o kadar uğraşmama, okurken şekilden şekile girip, totomu yırtmama karşın, kitapların yenmeyecek, yırtılmayacak, karalanmayacak değerli şeyler olduğunu; içlerinde çok keyifli hayatlar olduğunu anlatmakta oldukça güçlük çekiyordum. Bakınız uzun uzun anlattım zaten geçmişte :))

Ama 2 yaş bittiği anda -abartmıyorum- bir şeyler oldu.. Sanki oğlana vahiy falan geldi.. Kitaplara ilgisi, sevgisi arttı.. Onları yeme, yırtma, karalama davranışları azaldı.. Soru sormaya başladı.. Önceleri soruları bu ne? iken, son zamanlarda niye ki?ler başladı.. Okuduğumuz kitap 1ken 3e çıktı, bazen de aynı kitabı 3 kere okuma talebi çıktı..


Ulaş'ın 2014te en sevdiği kitaplar:

23 Aralık 2014 Salı

bay beceppp

Bu aralar Ulaş'la fena takıldığımız bir program var.. Bay beceriklinin kamyonu.. Pepee mepe hepsinin pabucu dama, biz ailece dıy'cıymışız da haberimiz yokmuş.. :)) Bay becep aşağı, bay becep yukarı..

Bay becep boyaları alındı, iş kutusu edinildi ve başladık evde faaliyet çalışmalarına..

Şimdiiii... Şunu peşin peşin söyleyeyim.. Kaliteli zaman kavramının çıkış sebebi çocuğun yanında ne kadar durduğun değil ona değer verdiğini ne kadar hissettirdiğindir anlayışıdır.. Bunun bir yöntemi de birlikte bir şeyler üretmek olduğundan -ve pek tabi bu üretim duygusal olduğu kadar bilişsel ve motor gelişimine de katkı sunduğundan- ev içi aktivite/faaliyettir. Bu faaliyet işi çok komik bir mevzu bence.. Biz uzuuun zamandır evde boyama, resim, yazı, kalem-kağıt işleri yapıyoruz.. Ama olaya hiç çocukla kaliteli zaman olarak bakmadım, aklıma bile gelmedi.. Zira bence beraber oturup çizgi film izlemek bile kaliteli zaman olabilir..


12 Aralık 2014 Cuma

ulaşlı yazılar

Bu ara o kadar çok şey oluyor ki bizim evin Ulaş cephesinde, yazmaya yetişemiyorum.. Not aldıklarım dışındakileri unutuyorum.. Sonra yatarken aklıma geliyor, sabah yazarım diyorum yine unutuyorum ve böyle böyle yazmayı erteliyorum.. Bir yerden başlamalı ama artık..

Bizim tospik bu aralar pek fena fikir sahibi.. Durup durup bir fikri var diyor ve bir icat çıkarıyor.. Geçen mutfaktayım.. tutturdu: yemek yapma, dışarı yemeğe gidelim.. giydir gidelim.. Nasıl da ısrarcı..

Fenerbahçe maçı var.. Babası formasını giydi her zamanki gibi :(( bu arada bizimkinin adaşı bir abisi tarafından kendisine verilen forma da dolaptan düşüvermiş.. (tospik görmeseydi atıverecektim ama maalesef direk kendisine verilmiş, ben yokken) tabi baktı ki babasınınkinin aynısı ben de isterim diye tutturdu.. Önder -yine de incelik yapıp annene sor dedi ama, kriz kaldıracak halim olmadığından istemeye istemeye onay verdim- giyinip geldi sıpaşko.. Febahçe giydi bis, febahçe giydi bis.. şeklinde sevinç nidaları eşliğinde oturdu babasının yanına bir kendine bakıyor bir babasına.. evde bir kabusum oluyor derken senin kartal tişörtün de var biliyor musun dedim.. tutturdu giydir diye.. ertesi gün maç sırasında giymek üzere anlaştık.. ben unutsam da o unutmadı.. maçın başlamak üzere olduğunu fark eder etmez kağtal tişöğ giydiğ.. dedi.. kendisininkiyle aynı bir tişörtüm olmadığından biraz hayal kırıklığı yaşasa da kağtal giydi bis nidaları ile ortalılığı inletmekten geri durmadı.. (kendime not: acilen oğlana beşiktaş forması alınacak!!!)



Anneannesi İstanbul'a teyzeme geldi.. bize gelmesi biraz güç olduğundan haftasonu yanına gideceğiz..

5 Aralık 2014 Cuma

yalan yanlış

Aslında üzerinde yazmayı pek de düşünmediğim bir romandı bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi, başlarken.. Ziyadesiyle yazı vardı zaten hakkında.. Onların söylemediği ve söyleyeceğim ne olabilirdi ki.. Bakınız makaleler bile var (gerçi çoğul eki fazla oldu gibi ama başka da vardır eminim)

Yani insanlar bilimsel çalışmalar yaparken benim şahsi fikirlerim bu koskoca yerküre çok küçük bir yer kaplayacaktı.. Ayıp olacaktı gibi gelmişti -başlarken... Okuduktan sonra da ilk etapta aynı fikirlerim devam haldeydi.. Ama sonradan bir şey oldu.. Goodreadsteki yorumları, hele de türü (karnavelesk-miş) gereği olağan olan bir karakter üzerine yoğunlaşmayan yapısına yönelik eleştirileri görünce, okumadan az biraz incelemenin iyi bir şey olduğunu fark ettim..

sabah sabah bir de fotoğraf çekeyim dedim.. acelesi anca böyle..

28 Kasım 2014 Cuma

çene-baz

Bu aralar Ulaş tospiği pek bir konuşkan, pek bir meraklı ve pek bir sosyal.. Buyrunuz:

Maç izlerken bağıran babası için: kuduğdu :))

Kafeye girdik aldı başını masa arıyor kendi kendine.. Ben de arkasında.. Baktı baktı boş yer yok.. Tek başına bir sürü boş sandalyeyle oturanlara gidip suratlarına da bakıyor bu arada.. Baktı kalkmaya niyetleri yok.. Masaları toparlayan çocuğa gitti.. Boş yer, nerde?? Masa buldu oğlum bana.. Ben olsam paşa paşa bekler birilerinin kalkmasını umardım kenarda :))

Restorandayız.. Bir tane kız çocuğuna takıldı. Oynuyorlar falan.. Yemek geldi, yanımıza oturdu.. Bu arada kız kayboldu gözden.. Abba nerde? Bilmem annesine sor dedim.. Kalktı gitti kadına: abba nerdeeee???

21 Kasım 2014 Cuma

Ulaşla röportaj

Geçen Ulaş yine tuvalette uzun mevzulara dalmışken, gel seninle röportaj yapayım dedim.. (tamam çok uygun bir ortam gibi görünmeyebilir ama Ulaş'ın bana en çok konsantre olduğu yerdir kendileri) Hı?? dedi.. İşte ben soru sorocağım sen cevap vereceksin tamam mı? taam..



B: Adın ne?
U: Uuuğşşş
B: Kaç yaşındasın?
U: iki... buçut

20 Kasım 2014 Perşembe

sabah uykusu

Sabah uykusunu sevmem diyene şaşırıyorum.. Bayılıyorum falan diyesim gelmiyor açıkçası.. Zira akşam 9'da sızıp, sabah 6'de dikilen insanla sabaha karşı yatıp 10'da kalkan insan arasında pek de fark yok, zannımca.. Üretimse üretim.. Ama bir insan uykuyu sevmiyorum diyorsa, işte ona bayılıyorum.. :) Böyle kıskançlıkla karışık bir hayranlık, bir ahlanma falan yaşıyorum.. Günde 2-3 saat uyuyup da gayet dinç kalkan insanlar var-mış ya.. Ben görmedim.. Olduğuna dair rivayetler duydum yalnızca.. İşte onlar, ne de güzel bir ömür yaşıyorlar.. Uzun uzun.. Bence ömrün uzunluğunu bir şey ifade etmez tek başına.. Yapabilme/üretebilme becerilerinin bulunduğu dönemin uzunluğu önemlidir.. Ve tabi bu süreçte ne yaptığın, ne ürettiğin..

Neyse girizgahtan da anlaşılacağı gibi, bendeniz baykuşgillerdenim.. Gece bırak hiç uyumayayım.. Ama allasen sabah dokunma.. Kaç saat uyuduğumun önemi yok, önemli olan uyanma saatimin günün tekli sayılarının sonuna ulaşması.. Çok bilirim gündüz olurken, insanlar tertemiz işe giderken, yatağa girmeye hazırlandığımı.. -pek tabi Ulaştan önce- Uykusever değilim üzerinize afiyet, ben uyanmayı sevmiyorum ;)




Tabi çocuktan sonra hemen her şeyde olduğu gibi bunda da travmatik bir değişim yaşadım-aslında en önce bunda-

19 Kasım 2014 Çarşamba

sırça fanus

Babama evlenmeyi düşündüğümü söylemiştim.. (hayatımın en zor ve uzun gecelerinden biriydi herhalde :)) Yaşım küçük değildi, master devam ediyordu (yine tezi bitirmeyi uzun süre savsaklamıştım) ama "öğrenci" değildim. Çalışıyordum.. Tek başıma başka bir şehirde yaşıyordum falan filan..

Babamın bana kurduğu ilk cümle: ama sen roman yazıyordun olmuştu.. ;)) Evet roman yazıyordum.. Çok da şahane gidiyordu.. Beşiktaştaki çay bahçelerini yıkmadan önceydi.. Alırdım notlarımı, bilgisayarımı, çayımı.. Kız kulesine karşı yazardım.. Parmaklarımın arasında sigara.. Büyük yazar edalarında :)) Sonra ben evlendim, çay bahçelerini yıktılar.. Yazı yazacak bir tek alan bırakmadılar.. Romanım da kapağında (kapak tasarımı bile yapmıştım offf) Can Baba şiiri (ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi) alıntısıyla klasör içinde yarım kaldı..

12 Kasım 2014 Çarşamba

2,5 yaşında bir dilli tospik

2,5 bana hep çok önemli gelmiştir.. Gönlümde 5'le kurduğum bağda yarıya ermekten olabilir..

Ulaş bugün 2,5 yaşını doldurmuş bulunmakta.. Tam 2,5 yıldır dünyada ve çevresini -öncelikle tabiki bizi- biçimlendirme telaşında..

2,5 yıl itibarıyla pek çok taş yerine oturdu.. Artık bir küçük adam kıvamında.. Konuşma bile çok ilerledi.. Şimdi cümlelerin önemini anlamış durumda, tek kelime ile idare etmiyor durumu.. Cümleler çoğunlukla -anasının yazı dilinde olduğu gibi- devrik de olsalar.. Özne, yüklem, nesne içeriyorlar..mıçı yedi ben, anne gibi..

Bir de maskaralık icatları var..

Her gün bir şey çıkarıyor.. Çoğunlukla nereden duyduğunu, nereden öğrendiğini anlayamadığım, bazen de bunu da mı dinledin/anladın diye sorguladığım şeyler..



11 Kasım 2014 Salı

Bir burjuva keyfi olarak masaj

Hayatımda aldığım hiçbir hizmette bu kadar kötü hissetmedim kendimi.. Gevşemek mi, rahatlamak mı?? Nerde anacım.. Ben psikopata bağlamış, bir insanın ayağına masaj yapmanın nasıl bir şey olduğunu düşünürken, kendimi tam anlamıyla ABD'nin bir güney eyaletindeki köle sahipleri ile kıyaslıyordum.. İçimden kendimi yerden yere vururken de hiç rahatlatıcı bir süreç olmadı bu deneyim benim için..

Her şey uzun süredir süren ve doktora gidip bir çözüm üretmeyen ilaçları kullanmamdan sonra başladı.. Peşi sıra Önder de her sabah boyun ağrıları ile kalkınca hadi gidelim de bir masaj yaptırıverelim fikri dillenmeye başladı aramızda.. Annemin burda olmasıyla, Ulaş'ı bırakma sorunu da kendiliğinden çözümlendiğinden, uzun süredir kaçtığım bu deneyim bir anda açılıverdi önümde..

7 Kasım 2014 Cuma

duygu biraz duygu

Üniversite'deyken almayı çok isteyip de başka-daha çok istediğim- bir dersle çakıştığından alamadığım bir ders vardı EMOTİONS.. Gerçi derse girenlere sormuşluğum, birkaç şey öğrenmişliğim vardı ama, tabiki de yeterli değildi.. (evet manyak bir öğrenciydim ben-hala öyle ya- başka okullarda derslere girdiğim bile olmuştur, inek mi yok canım :))

Neyse 8 duygu grubu temel duygular falan az çok anlattı arkadaşlar sağolsun..

Ama bir deste hocamızın anlattığı bir şey vardı ki hiç unutmam.. Şu an ne hissediyorsunuz? diye sormuştu.. Sabah dersiydi. açtım, sigarasızdım, uykum vardı.. Aklımdan bunlar geçti yalnız.. Hoca cevap vermemizi istemedi ama o bizim yerimize cevap verdi: açım? uykum var? sıkıldım? Gülerek onayladık sınıfça.. Hoca durur mu yapıştırdı cevabı :) BUNLAR DUYGU DEĞİL!!!! Biz duygularımızı tanımlamayı, ifade etmeyi pek de bilmeyen bir toplumuz..

6 Kasım 2014 Perşembe

Mino

Mino'nun siyah gülü yine ön yargılarımla uzun zaman askıda beklettiğim bir kitaptı.. Şarkıcıdan yazar mı olurmuş dediğim doğrudur :)) Tamam çok güzel şarkı sözleri var ve gerçekten çok çok severek dinlediğim bir gruptur ezginin günlüğü ama.. İşte öyle..

Yine yıkıldı önyargılarım (ya da büyük oranda yıkıldı diyelim :)) Anlatım bazı yerlerde -açıkçası- biraz, nasıl desem, yavan, zorlama gelse de, genel anlamıyla sürükleyici bir tonda yürüdü.. Öykü insanı ilk anda içine çeken, şaşırtan, hüzünlendiren, kızdıran sahici bir kurgudaydı. Çok ağladım, hatta okuma serüvenim toplu taşımalarda geçmeseydi muhtemelen içim kururdu ağlamaktan.. Çok insaniydi..

Ama bir eksiklik duygusu kaldı içimde.. Tam olarak tanımlayamadığım.. Belki sonuyla ilgiliydi, belki de süreçle.. Pek çok şeye dokununca böyle yarım kalıyor her şey sanki..

Pek çok kişinin aksine minoya bayılamadım.. kızdım.. Yaptıkları için, yapamadıkları için.. En çok aslında tam

31 Ekim 2014 Cuma

değiştir-e-bilme gücü

Bu aralar değişime mi taktım?? Yok canım :))

Ben işinden memnun, hayatından büyük oranda memnun mutlu azınlıktanım.. O yüzden çok sık başka hayat planları ve hayalleri içine girmiyorum.. Ekim sonu havası, kış başı tasası diyelim olsun bitsin.. Fazla da zorlamayın olur mu nedenleri.. :))

Bir şeye bakmak için eski okulumun, bölümümün internet sitesine girmiş bulundum.. Bir de baktım ki, sınıf arkadaşlarım araştırma görevlisi, dönemimin araştırma görevlileri yar doç, hocalarım prof olmuşlar.. Hayatımın hiçbir döneminde akademik kariyer hevesim olmadı (şu an doktora tezi yazmaya kassam da hala yok, ben işimi seviyorum) Ama başka tercihler yapsaydım hayatım nasıl olurdu diye düşünmekten alamadım kendimi..

Tabiki bambaşka sorunlarla boğuşuyor, bambaşka şeylerle eğleniyor olurdum, o ayrı.. Her zaman öyle olsaydı, böyle yapsaydım sorgulamalarından kaçındım, hala da kaçınırım.. Zira olması istenen olmuştur, Benim seçimlerim-dir.. Hayat oraya yönlendirmiştir falan.. ama sonuç tektir: geri dönüş yoktur.. Önümüzdeki maçlara bakmak lazım-dır..

Peki mümkün mü önümdeki maçlarda başka bir yerde, başka bir yaşam?? Şöyle ki; benim dönemimde bulunmayan ancak şimdi açılmış olan bir programa (üstelik çok seveceğime emin olduğum) başlayabilir miyim??

Yağmur yağıyor ve odada eski şarkılar dönüyor.. Bundan nostaljiye ve melankoliye eğilimim..

Ama hadi biraz brainstorming yapayım dedim.. Gözlerim doldu allahinandırsın :)) Ulaş'ı alıp Ankara'ya gitmek, ankara'da yeni bir hayat düzenlemek, yeni bir ev, yeni bir yaşam.. Soğuk ve karlı kışlar.. Mümkün mü bazı şeyleri değiştirmek.. 22 yaşımda hayatımdaki 3. şehirde yaşamaya başlamıştım.. Şimdi yeniden mümkün mü??

Durup durup işimden memnun değilim, hobilerimi işim yapacağım triplerine giren biri değilim.. Değiştirmeye gücümüz olan şeyleri vakit kaybetmeden değiştirmek gerekir, gücümüz yoksa kabullenmek lazım diye düşünürüm.. Ben İstanbul'u kabullendim ötesi var mı?

Ama değiştirebilmek... Yeniden orada olabilmek.. Üstelik oğlumla.. Gücüm var mı?

30 Ekim 2014 Perşembe

değişim

Aslında daha içime düştüğü an başladı.. Önce sigarayla acılar içinde vedalaşmak, hayatımda daha büyük fedakarlık yapamam heralde diye düşünerek üstelik :). Alkollle oldukça mesafeli bir ilişki geliştirmek.. Ama hiçbiri değildi aslında.. Bunlar sadece sorumluluk duygusuyla yapılan işlerdi-miş..

Sonra algıda seçicilik başladı.. Bebekli kadınları-adamları ve bebekleri inceleme.. Çocuğa tavrı daha net fark etme, hatta profesyonel hayatta bile..

Ama daha dur bu da değildi..

Beraber yaşama süreci.. onun için olduğunun farkında bile olmadan yaptıkların ettiklerin.. Ama hala dur..

28 Ekim 2014 Salı

notum kıt

Daha önce de demiştim; bayıldığım bir uygulama var: goodreads.. Burada okuduğun kitaplara yıldız falan veriyorsun..

Geçen bakıyorum eski okuduklarıma da.. Ne notu kıtmışım yav ben.. Koskoca adam yazar olmuş, yazmış ben beğenmiyorum pehh.. Ne haddime!!! Ama yapmışım işte.. Nasıl bir ego tatminiyse artık.. Kendim yazar olamadım ama fena eleştiririmci kitap eleştirmenleri gibi :)) Zaten hiç sevmem ben bu kitap eleştirmeni milletini.. Neden bilmem, kitabı yazabilen adam eleştirsin.. Yazar olamadım ama eleştiriyorum ne yaa.. Matematik notunu muhasebecinin vermesi gibi.. Benim işim matematik.. Pehhhh..

Dönelim kıl öğretmen edalarıma.. O kadar az 5 yıldız vermişim ki.. Hele de son zamanlarda.. İlk zamanlar biraz daha insaflıymışım.. Sonradan biraz daha yükselmiş beklentim.. Yani bakıyorum, eşit yada yakın oranlarda sevdiğim/beğendiğim kitaplara öncekine oranla bir yıldız düşük verir olmuşum. Önceden 4,5'tan 5 yaparken şimdi 4,5'tan 4 yapmaya başlamışım.. Ayyy öğretmen olsam ne uyuz olur muşum??? :))

Bazen utanıyorum koskoca Boris Vian'a 4 vermekten ama 5'i çok daha iyisine saklamak istiyorum. İşte bütün mesele bu.. Daha iyisi olmalı.. İyi kitap okudukça hep beklentim artıyor.. Daha da iyi olmalı.. Bir de o anki duygularım, o anki ruh halim etkili tabiki.. Bir baktım da beni asla bırakma'ya 5 vermişim.. Evet çok sevmiştim, etkilenmiştim.. Öykü etkileyici ve yaratıcı, anlatım lezzetli ve sürükleyiciydi... Zaman zaman ada filmini çağrıştırsa da özgündü.. Ama o kadar bayıldığım puslu kıtlar atlasına 4 vermişim.. Neden??? Şu an hiç bir fikrim yok. Yada beni asla bırakmanın türünden karanlığın sol eli e onu daha çok sevmemiş miydim?? Ama ursula ablanın mülksüzleri var.. Bakınız tüm notlarım..

23 Ekim 2014 Perşembe

saçmalama hakkımı kullanıyorum

Bir PVCcinin önünden geçiyorum ve aklıma bu kadın da ne para kazanmıştır gibi bir düşünce geliyor.. PVC ile kaplanır, kısa sürede kaplanır!!! Hepsinde aynı ses.. Bir de overlokçular var.. Aynı kadın mı acaba?.. Sanki aynı ses.. Kulağım sıfırdır benim.. Sadece duymaya yarar.. Hiçbir şekilde hafızası yoktur.. Geri çağıramaz.. Aynı tonlama galiba.. Milyarlarca kez duyduğum sesi tanıyamıyorum işte..

Bir PVCci neler getirdi aklıma antamam.. İki sene kadar önce okuduğum düşünce balonları geldi aklıma.. Beynimin işleyişini de anlayamıyorum.. Öylesine hızlıca o kadar saçma düşünceler geçiyor ki içinden sıraya koyamıyorum..ZAten daha aklıma gelirken unutuyorum.. Yakalayamıyorum..

İşte düşünce balonlarının adını ve konusunu ilk duyduğumda bu yüzden bu kadar heyecanlanmıştım.. Düşünceleri, geldikleri gibi, akış sıraları ile kayıt altına almak... Şerrrefsizim aklıma gelmişti :)) Belki kaydedebilirsek anlamlandırabilirdik.. Üstelik belleği de daha iyi anlardık.. Serbest çağrışımı..

Böyle düşüne düşüne, düşünce balonlarını hatırlamaya çalışarak geçtim gittim PVCcinin yanından..

15 Ekim 2014 Çarşamba

tek başına..

Genel olarak yalnızlığı seven bir insanım.. Yani öyle çok sık yalnız kalamasam da yalnızken ne yapacağımı şaşırıp sıkılmam, illa bir şeyler bulurum.. Her şeyi kendi başıma yapabileceğime inandığım gibi yalnız olmaktan da gocunmam AMA...

Sinemaya yalnız gi-de-mem.. Üstelik o kadar sevmeme ve o kadar da yalnız bir eylem olmasına karşın.. Yani sonuçta film izlerken kimseyle oturup sohbet etmezsin.. Sanırım okuduğum kitapların etkisi var.. Hani böyle yalnız kalıp yapacak bir şey bulamayarak sinemaya -herhangi bir filme- giden karakterler var ya.. Sanırım, heralde yani..

İşte bundandır Önder'e D. Fincher'ın yeni filmi gelmiş, nasıl yapsak da gitsek dediğimde, e git yarın çocuk uyuyunca (bu arada dikkatinizi çekerim, çocuğu uyutup gidecem :) şeklinde verdiği cevaptan sonra kalakalmam.. Gecenin köründe, yada sabahın nasıl etsem de kimi arasam da sinemaya gitsem diye düşündüm ilk önce.. Sonra Önder'in -Ulaş'ı ona bırakmaktan çekindiğimi düşündüğünden- ısrarları ve cesaretlendirmeleri ile hemen baktım seanslara..

10 Ekim 2014 Cuma

hadi şimdi sustur

Bizim tosbağnın bu aralar çenesi bir açıldı ki kapat kapatabilirsen.. Bize laf yetiştiriyor boyuna posuna bakmadan.. ukelaaaa :))

Gece yatırıyorum, git diyor bana, 1-2-3 en sonunda yumurtladı tospik: anne benim oda gitttt..

Önder'le çamaşır makinası için bunun eşyalarını ayırıyoruz:
Ö: (Ulaş'ı göstererek) bunu da makinaya at..
E: evet atmam lazım, leşşş gibi olmuş..
U: ı-ıh (surat da buruşuyor)
E: nasıl temizleyeceğiz o suratı?

2 Ekim 2014 Perşembe

memeli yazı

Çocuk doğduğu andan itibaren sen kucağındaki kırmızı-siyah yaratığa adapte olmaya çalışırken, ilk sorudur: emiyor mu? sanki emmiyor olsa soran emzircek öyle bir kafa.. Hasbelkader emmiyor desen, süt az desen 40 milyon nasihatla karşılaşırsın.. Yiyecekler, içecekler listesi yapılır, her şeyine karışılır.. Öncesinde senin kadınlığın olan meme, mahremiyetin olan bedenin bir anda herkesin üzerinde konuşup, elleyip dokunabileceği, açıp göstermenin sakıncası bulunmayan bir kamu arazisi oluverir..

Bu tabi ki de Ulaş'tan önce çok da bilmediğim bir mevzuydu, kadın üzerindeki emzirme baskısı.. Hatta emzirme reformu diye bir şeyin varlığını bile Ulaş'la öğrendim.. Süt vardır, çocuk emiyordur, emer.. Yoksa yapılacak bir şey yok.. diye düşünürdüm.. Zira annem beni ancak 4 ay emzirebildiği için ne ben eksiktim, ne o.. Öyle bir suçluluk hissi de gözlemlemedim kendisinde.. (ama döndü geldi bana arkadaşımın kızı şöyle sağıyor, böyle emziriyora o ayrı :))

26 Eylül 2014 Cuma

ruhi sinir

Ben açık ve seçik bir şekilde sinirrrrr bir insanım.. Bu çok nettt..

Önder benimle haber bile izlemek istemez.. Bazen tartışma programı açıp sonunda benim küfür ve söylemlerime dayanamayarak kapar.. o kadar yani..

Her şeye takılırım.. HER ŞEYE.. Aptallığa, tahammülsüzlüğe, sahtekarlığa, saygısızlığa, yalancılığa, hatta cümle bozukluklarına.. Maç izlerken bile takılır sinir olurum.. Tamam adam o hızla cümle kurmaya çalışıyor ama saçmalamasın yav..

Ruhum sinir benim.. Artık kesin kanaat getirdim..

Arkadaş 30 küsur yıldır bu ülkede bu insanlarla yaşıyorsun.. Eeee bu saçma sapan kentteki yaşam süren de 10'u geçti.. Alış artık insanlara.. Görme, önemseme.. Böyle bu şehir.. Herkesin işi en acil.. en önemli.. Sanki herkes dünya kurtaracak işler yapıyor.. Çocuk parkından bile eve sinir ve hışımla gelme ama artık..

23 Eylül 2014 Salı

çiş-kaka savaşları sezon finali (victory)

Gayet endişe paratoneri şeklinde geçen 9 ay+1 yıldan sonra bana bir haller oldu.. Amaaan demeyi öğrendim bu annelik işinde.. Ve ne zaman ki bunu öğrendim işin rengi ve tadı değişti.. Sanki her şey daha bir kolay ilerler oldu..

Mesela Ulaş ne zamandır bezsiz bilmiyorum.. 1 ay olmadı herhalde.. Bir kaç haftadır artık söylüyor da.. Hatta hafta sonu kopardı gülmekten beni.. İçerde oyun oynuyor ben de kahvaltı bulaşıklarını toparlıyorum.. Kendi kendine konuşuyor.. kısık sesle.. kaka, kaka, kaka.. bir anda dank etti.. koşarak ve anneaa kaka şeklinde bağırarak yanıma geldi :))

Bezi çıkarmaya tam olarak karar verip Ulaş'a da bunu bildirdikten sonra gece gündüz, ev sokak ayrımı yapmadım.. Sürekli olarak bezsiz.. Gece ıslatma da pek yok.. Sadece bu hafta sonu ağlayarak uyandı, yanına gittik ki seller sular götürmüş yatağı.. Ama ne kadar üzgün, ne kadar mahçup anlatamam.. Annecim olabilir bazen.. yatmadan önce fazla su içmemek lazım galiba, gel değişelim dedim..  O kadar.. Haa sonrasında ben de kahroldum.. Neden bu kadar üzülüyor, yanlış bir şey mi yapıyoruz diye kendimi yedim ama.. Sanırım, başarı konusundaki algısından kaynaklı.. Ee anasının oğlu..

22 Eylül 2014 Pazartesi

eşitsizlik

Önder'e hep senden yardım beklemiyorum demişimdir.. Ev işlerinde de, çocukta da böyle bu.. Bu evin yetişkinleri olarak evdeki sorumluluklar ikimiz için de ortaktır.. Her ikimiz de -teoride- eşit olarak sorumluluk yükleneceğiz :))

Peh peh peh!!! NE büyük yalan..

Bu evlilik olayında öğrendiğim bir şey varsa o da işi ilk kim yaparsa onun üzerine kalır anlayışıdır :) He diyeceksin ki yapma o zaman.. Nasıl yapmayayım?.. Şunu yıkar mısın deyip evet cevabı aldıktan 2 saat sonra o ŞEY halen olduğu yerde dururken yapılacak doğru davranış nedir??

a) yıkamak
b) kavga etmek
c) yeniden söylemek
d) sakince konuşup kendini anlatmak

Evet bildiniz... Peki nasıl sorusunun da cevabı var mı acaba?? Var olmaz mı? Ama, ama işte yaa neyse..

19 Eylül 2014 Cuma

Ukala dümbeleği :))

Tesadüfen süper dadı diye bir programa rastladım.. Programı ikinci görüşüm, bütünüyle izlediğimi söyleyemem, eleştirilerimi sıralama niyetinde değilim.. Anlatmak istediğim konu o değil.. Sadece izlemiş olanlar, izlemeye niyetliler ve müdavimlyeri için ufak bir not düşmek istiyorum: izlediğiniz, okuduğunuz, gördüğünüz her şeyi ama HER ŞEYİ kendi süzgecinizden geçirin.. kendinize uyarlayın, uygulamaya başlamadan kendinize ve çocuğunuza uygunluğunu sorgulayın.. (ufak bir ukalalık sadece)

Benim bahsetmek istediğim konu, kesinlikle bilimsel verilere dayanmakta değil, sadece ufak bir gözlem.. Ulaş bebekken uyku düzeni konusunda harcadığım çabanın doğruluğunu bana kanıtlayan ve Hogg ablaya saygılarımı iletmeme neden olan bir gözlem..

18 Eylül 2014 Perşembe

sahnede ölüm

Pascal Mercier'in okuduğum her kitabı etkileyici gelmiştir bana..

Lizbon'a gece treni ve lea yani.. Her ikisi de gerek dilsel anlatım, gerekse öykü açısından etkileyici, sorgulatıcı ve sürükleyici idi..

Benzer beklentilerle başladım sahnede ölüm'e de..  Genelde kitaplara başlarken -hele de önceden ouduğum yazarların kitaplarına başlarken yorumları fazla okumam, yüzeysel geçerim- iyi ki öyle yapmışım sahnede ölüm'de de.. Zira her ne kadar diğer kitapları kadar "iyi" olmasa da gözümde, klişe konularla çarpmaya çalışsa da, beklentilerimin oldukça altında seyretse de dil olarak keyifli ve sürükleyiciydi.. Öyküdeki sırlardan çok -şahsen birkaç sayfa içinde sırların büyük bölümünü sezmiş, olamadıklarıma da şaşırmayacak düzeye gelmiştim- çocukların gözünden ailelerini incelemek, böyle bir ailenin çocuklara etkilerini görmek ve en çok da yakınlık hakkında kendi iç sorgulamalarıma dalmak önemli ve keyifliydi benim için.. Yani bu açıdan yaklaştığımda fazlaca klişe olması sebebiyle büyük bir hayal kırıklığına düşsem de, diğer iki romanda olduğu gibi kendi sorgulamalarıma yol açtığı için keyifliydi..



16 Eylül 2014 Salı

dilli düdük 2

Aslında pek çok başlık altında zaman zaman Ulaş tospiğinin dillenmesini dile getirsem de bu yazıya başka bir başlık bulamadığımdan devam yazısı olacak kendisi..

Son zamanlarda epey bir dillendi bizim tosbağ..

Tembellikten (ya da emin olmadığından) söylemediği, söylemekten kaçındığı şeyleri saymazsak epey epey derdini anlatıyor.. Çoğunlukla vücut dilini de işin içine katarak kurduğu mantık ve bağlantılarla beni şaşkınlığa düşürüyor..

Örneğin bir şeyin benzeri arkaaaş; belirli bir lego arıyor, ego ego şeklinde söyleniyor ama benim önerdiklerimi kabul etmiyor sonunda istediğinin sarısını buldu, mai arkaaş?? (onun aynısının mavisi) benzerlerini veriyorum (üçgen şeklinde ama bir dik üçgen kıvamında onun gösterdiği, ben onu bir türlü bulamadım diğer üçgenleri öneriyorum) ok ok, mai arkaaş!, sonunda bulduk aynısının mavisini, iki arabası var birbirinin eşi sarısını almış öbürünü soruyor, pempe arkaaş?? Koltuklar kalkıyor, dolaplar iniyor pempe arkaaşı arıyoruz.. Aklındaki olmazsa olmaz :)



10 Eylül 2014 Çarşamba

çiş-kaka savaşları sezon 1

Ennnnn nefret ettiğim iş elde çamaşır yıkamaktır.. Bulaşık yıkamaktan bile o kadar nefret etmem.. Yurt yıllarında parmaklarımı telef ettikten sonra NE OLURSA OLSUN elde çamaşır yıkamamaya aht etmiştim. BU GÜNe kadar da yaptım dediğimi.. Elime geçeni atarım makinaya, hiç acımam.. O bile zor gelir bazen ama.. Yok ayır yok detarjanı cartıcurtu, bilmem ne..

Ulaş'ın bezsiz hayatının 3 aydır sürünmesinin temel sebebi de bu muhtemelen ;)) Evet çocuğun hayatında bu kadar önemli olan bir şeyin annenin kaprislerine bencilliklerine kurban gitmesi çok acı ;)) Mükemmel olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim lakin :))

Neyse tabi her şeyi bir şekilde uyduruyoruz yerine :)) O kadar da pert etmedik çocuğu yav..

Doğum gününün ertesinde Ulaş'ı lazımlık ve bezsiz hayatla tanıştırma kampanyalarına başlamıştık, lakin gerek tatil gerek göçebelik günlerini öngörerek ve Ulaş'ı bilmem ama ben kendim bizzat hazır olmadığımdan bu durumu sadece bir öngösterim olarak düşünmüştüm.. Zaman zaman aceleci geniş aileleler nedeniyle zorlayıcı bir hal alsa da böyle kaldı..

3 Eylül 2014 Çarşamba

emziğe veda

Buralarda olmadığım son 1 ayda çok bi işler başardık.. Çoook şeyleri atlattık sevgili okur...

Emziği pek çoklarının aksine sorun olarak gör-e-miyordum.. Evet doğru konuşma gelişimi engelleyen, diş yapısında arızalar çıkaran bir durum amaaaa..

Ama Ulaş bebekliğinden beri emziği sadece uyku saatinde alıyor ve tüm çocuklar gibi uyuduğunda atıyordu.. Yani günde iki kere -uzun zamandır- toplam emzik emme süresi de 1-2 saati bulmuyordu.. Konuşma önünde bir engel değildi benim gözümde.. Konuşmamasının tek nedeni gerek görmemesiydi bence ;))

Ama son zamanlardaki emziğe düşkünlüğü, emzik emmek için uyuyacağını iddia etmesi, kaçıp kaçıp odasında emip (2 dakika canım) yanımıza geri gelmesi falan sinirimi bozmaya başlamıştı.. Şu düğün işleri bitsin, yerleşik hayata geçelim, ben izne ayrılayım bu iş biter diyordum.. Ama işin doğrusu korkuyordum.. Arızada tavan yaparsa, uyumazsa, benim melekler gibi uyuyan yatağına yapıp bana baybay yapan yapan yavrum başka şeylere sararsa gibi gibi endişeler içindeydim..


Oyun hamuru kullanım alanları :))


Ama 2 yıllık annelik hayatımda -hele de bu emzik sürecinde- anladım ki ben rahatsam o da rahat.. Ben arıza çıkar mı dediğimde çıkıyor. Yok beee ne arızası dersem çıkmıyor.. :))

1 Eylül 2014 Pazartesi

eylül :))

Eylül geldiği anda bir kıpırtı başlıyor ki içimde sormayın.. Böyle yazın rehaveti, güneşe uzanmış tembel kedi hallerinde uyuklama falan iyi güzel... yaz bu benim için.. deeee

Yazdan da tatilden de sıkılırım.. Hadi artık aksiyon derim.. Hep içimde okula yeni başlayan bir çocuk heyecanlığıyla kucaklarım eylülü.. Marketlerde illa gezerim kırtasiye reyonlarını, renkli renkli kalemleri, defterleri gördükçe gökkuşağı görmüş kadar sevinirim.

Müzmin bir öğrenci olarak, içimde daimi bir öğrenci var sanırım.. Ruhum öğrenci benim..

Yazın ertelediğim her şeyi sığdırmak isterim eylüle.. Her şeye yeniden başlamak..

Benim için yılbaşından daha yeni yıldır. Daha umut dolu, daha enerji yüklüdür..

Her yıl okula bu yıl matematiği yükselticem hırsıyla başlayan öğrenci gibi bir hırs ve hevesle saldırırım eylüle...

Eylül yeni bir yıldır hep kafamda.. Eveeet artık tatil bitti, şimdi çalışma vakti'dir. Ama bu çalışma vaktini mutsuz, ruhsuz, sıkıntılı bir kafayla yaşamam.. Tam tersine daha çok iş, daha çok plan, daha çok proje hevesiyle düşünürüm...


23 Temmuz 2014 Çarşamba

tatilin ulaş yüzü

Öyle bir rehavet çöktü ki üzerime, hiçbir şey yapasım gelmiyor.. Kafamı toplayıp iki satır yazı yazamıyorum, sürekli sürekli her şeyi erteliyorum.. Sıcaktan mı, yorgunluk mu, toplumsal bitkinlik mi bilmiyorum.. İşte öyle saçma sapan otursam oturamayan, dolansam dolanamayan bir haldeyim.. Neyse şu tatil yazısını yazayım da ikinci tatille karışmasın artık..

Açıkçası bu sene tatilde Ulaş'tan korkuyordum... Geçen seneki kontrolümüz yok üstünde malum.. Koşar, kayar, suya düşer gibi paranoyolarla bindim uçağa.. Üstelik uçakta da ilk defa koltuğu vardı tosbağnın :)) Kendi başınalığı biraz abartsa da, arada ayağa kalkıp camdan bakmak istese de, masayı sürekli açık tutmak için ısrar etse de, çok da fazla arıza çıkardı demek haksızlık olur sanırım..Zira dönüşte çok daha uyumlu ve sakindi :))

Böyle biraz haraketli ama kıl olduğum -uçakta sürekli ağlayan, mızırdanan, etrafı rahatsız eden- çocuk tipinden uzak bir yolculukla vardık Antalya'ya.. Bunda tabikisi -hakkımızı yemeyeyim- bizim de payımız var. Her ne kadar halen eline bir ipad verip oynamaya bırakmıyorsak da, yeni aldığımız sürpriz oyuncaklar, boya kalemleri, atıştırmalıklar ve Önder'in icat ettiği oyunlar ile yolu tamamladık..



17 Temmuz 2014 Perşembe

Dilli Düdük

Bizim tosbağ (bana inat) epey bir dillendi bu aralar :)) Daha öncelerde de söylediğim gibi kelime hazinesi pek bir enteresan ama cümle yapısı tembelliğe kurban gidiyor ;))

Kedinin kuyruğundan tutmuş bana sesleniyor, kuyyuuu (bu arada zavallı hayvancağız kaçmanın yollarını aramakta)

Favori emziği dışında bir emzik verdim gece yatarken (evet hala emzik sorunu devam etmekte) elime geri tutuşturup koyyy diyor bir de üstene dolabı gösterip maiiii (mavi)

Ayağını kağıdın üstüne koymuş kalem uzatıp emrediyor: çizzzz

Uzun zamandır Önder gitarını çıkarıp Ulaş'a gitar dersleri ;) vermekteydi, geçen alalım da doğru düzgün tutsun gitarı dedik.. Şimdi kendisi en popüler oyuncaklarından.. Adını da söylüyor haa: gitaaaa :))

11 Temmuz 2014 Cuma

rüzgarın gölgesi

Aslına bakılırsa daha öykünün kurulumu tamamlanmadan ortaya çıkan hemen tüm karakterlerin kaderlerini tahmin ettiğim bir romandı Rüzgarın Gölgesi (Fermin hariç, onu da pek çok açıdan tahmin ettim ama sonunu değil, laf aramızda en sevdiğim karakter de oydu, bir de Miguel :) Ama kitap keyifli miydi, evet çok keyifli ve sürükleyiciydi..

Daniel aşkları ve saplantıları arasında gidip gelirken, bir taraftan gerilimi yüksek tutan yazar bir taraftan da -belirginliğe rağmen- merak duygusunu diri tutuyor..

Okurken sürekli aklım kitaptaydı.. Bıraktığım zamanlarda iki satır okumak için fırsat kolladım, bir ara başıma gözüme ağrı girdi, evet bitirdim, tüm teorilerimi doğrulamaktan mutlu olsam da yine de sürpriz bekledim açıkçası, dolayısı ile hayal kırıklığı ile bitirdim kitabı :))


Tam bir yaz kitabı aslında.. Ben gülün adını bitiremediğimden havuz kenarında bunu okumak durumunda kaldım ama, bir alman amcanın elinde rüzgarın gölgesi vardı.. gider gitmez okuyacağım dedim ben de..

4 Temmuz 2014 Cuma

lüks

İnsanın hiçbir şey yapmama lüksü olmalı.. Canım sıkıldı diyen çocuklara çok özeniyorum mesela.. Canı sıkılmalı bir insanın, yetişkin olduğunda da.. Diğer zamanlar seni oyalayan hiçbir şey dolduramamalı can sıkıntısını... Kendinle baş başa sıkıldığın bir zaman dilimin olmalı.. Her gün olmasa bile.. Ayda bir, yılda bir.. ama olmalı..

Yoksa hayat, yetişmesi gereken işler ve sorumluluklardan artan kalan dilimde kendimize keyif aldığımız hediyeler sunmaktan.. İki satır okumaktan, iki satır yazmaktan, tv izlemekten, içmekten, hatta düşünmekten ibaret bir boşluk oluyor.. Ancak canın sıkıldığında, keyiflerin görevlerin arasına sıkışmadan ama çok da keyif vermeden öylece durdukları, işlerin bekledikleri, hiçbir şey yapmak istemeden, öylece beklerken farkına varıyorsun ne kadar dolu olduğunu..

Can sıkıntısı güzel şey.. Bir şey yapmama tercihi.. Erteleme lüksü.. İşler beklesin, kitap okumayacam, internette takılmayacam, dizi/film izlemeyecem.. Hiçbir şey istemiyor bugün canım.. İstemiyorum.. Sıkılıyorum.. diyebilmek bir lüks.. şanslı azınlığın sahip olduğu..

30 Haziran 2014 Pazartesi

ilk yalan ;)

Vallahi kelimenin tam anlamıyla ŞOK oldum.. Hiç beklemiyordum..

Evet oğlan 2 yaşını devirdiğinden beri pek bi değişim geçirdi. Özellikle konuşma gelişimi yaşıtlarınadan oldukça farklı.. Bir anlamda geri kaldığı bile söylenebilir.. Ama kelime hazinesi çok çok enteresan.. Pipet isteyen, bant isteyen, beli acıdığında belini, dişi vurduğunda dişini söyleyen bir çocuk.. Ananas dahil tüm meyvaları bilir, tüm eylemleri bilir, söyler ama ilk hecesini :)) Devamına üşeniyor galiba.. Ka diye kalem istiyor.. kaem falan bile dedirtemiyorum.. Karşı komşunun çok sevdiği oğluna Memeee diyor (Mehmet çocuğun adı) meme istediğinde memee deyince Mehmet evde diyorum hemen iki parmağını ağzına yanaştırıp emme haraketi yapıyor bana farkı anlatmak için.



Yalnız kalmak için odasının kapısını kapatıp, bana çok ciddi ve kararlı bir şekilde bii (parmağı ile de 1 gösterip bir dakika demek istiyor, zatıalleri) diyor, bee (bekle) diyor, su tabancasına buu-bummm şeklinde isim takıyor, beni her gün ama her gün şaşırtıp eğlendirmeye devam ediyor..

Ama bunu hiç beklemiyordum.. Konuşma gelişimine fazlaca takıldık galiba bu aralar.. Cümle kurdurtma, kelimeyi tam söyletme çabalarımızdan sıkıldı sanırım.. Üstüne gitmemeye çalışsak da :)

27 Haziran 2014 Cuma

ateşli geceler :((

Başlığı okuyup altında romantik, müstehçen bir hikaye çıkacağını bekleme sevgili okur... Hayır hiçbir alt anlam, metafor falan içermeden, kelimenin tam anlamıyla bu aralar 2 senelik çocuklu hayatımızın ilk ateşli gecelerini geçirmekteyiz..

Tatili kazasız belasız bitirdik.. Lıkır lıkır, kovayla içtiği havuz sularına rağmen Ulaş'ı sağ salim eve getirdik gibi kendini bilmez, ukala yazılar yazmaya hazırlanırken İstanbul'daki ikinci günümüzde hapşırıklarla başlayan bu serüvenin bir kabusa dönüşeceği aklımın ucundan geçmezdi.. (burada bir es vermek isterim ki çocuğu sık sık ateşlenen anneler amaaan bu da birşey mi deme hakkına sahiptir) Ertesi gece uykudan ağlayarak uyandığında, hatta vücudunda hafif bir sıcaklık hissettiğimde bile fazla önemsemediğim, ateşini ölçmeyi bile sonradan akıl ettiğim doğrudur.. Zira alındığından beri geyiğine kendi üzerimizde denediğimiz, Ulaş'ta tatbik ettiğimizde 37'yi bulmayan skorlar aldığımız aletin doğruluğundan bile emin olamadım.. Bir anda beynimden vurulmuşa döndüm.. 38.8!!!! NE diyon lan sen dedim?? İnan olsun pilleri değiştirip tekrar tekrar ölçtüm.. (çocuğun kulak zarını yırtacam, 5 dakikada bir ateş ölçmekten :( Hayır koca gece ne yaptıksa 37,5'un altına indiremedik ateşi..

24 Haziran 2014 Salı

ım back

ayyyy döndüm...

10 günlük antalya tatili ve macerasından sonra yeniden işteyim..

Tatiller bitiyor işte :)) yeniden işte olmak biraz boğucu, biraz değişik ama 10 gün tatil de fazla arkadaş.. Sıkıyor, yoruyor.. pek bir şey yapmak istemiyorsun sonunda..

Gerçi Ulaş'ın bu sene suyla teması temastan öte bir yüzücü yetişiyor düzlemindeydi :)) Sudan çıkmadığı gibi boyunun 2 katı suda bizden ayrı takıldı, yüzdü..

Oldukça eğlenceliydi Ulaş'ı izlemek :) Öyle ki yatıp güneşlenip kitabımı okumak yerine onun diğer çocuklarla, yabancılarla, oyuncaklarla ve suyla ilişkisini izlemek çok daha keyifli geldi.. Onu kendisini kaydırağa tersten çıktığı için azarlayan rus amcaya blablabla şeklinde laf yetişmesini izlemek-üstelik anlaşılacağını düşündüğünü fark etmek :)) gülün adından daha eğlenceliydi..

Ayrıntıları, Ulaş'ın kuralara uyumu ve ortama adaptasyonu konusunda gösterdiği beceriyi kafamı biraz daha topladığımda yazmayı düşünüyorum.

Şimdilik ilk yara bandı resmi ile bu yazıyı noktalıyorum... Aslında sorun ofiste olmak değil İstanbul'da olmak, yine metrobüse binmek oldu bu sabah benim için, bilginize :)

12 Haziran 2014 Perşembe

Ulaş'ın kitaplığı

Bazen bilim insanlarına inanmak lazım sanırım :)) O kitapların üzerine koskoca 2 rakamını boşuna koymuyorlar-mışşşş.. Ben bizim kitap sevgimizden ötürü genetik olarak Ulaş'ın da kitap sever olacağını, yanına oturtup kitabın içeriğini merak ederek okutmasını falan bekliyordum galiba.. :))

Dikkat süresinin kısalığını, temas kuramadığı şeye ilgisinin kısıtlılığını bilmeme rağmen... Hem de tam olarak bilgiye rağmen.. :))

Yok yaa gene abarttım.. Bunları bildiğim halde, aslında bütünüyle bir okuma seansı beklemediğim halde kitaplar sundum Ulaş'a.. Tabi ki tam olarak beklemedim okumayı bitirmeyi.. Ama zaman zaman üzüldüm, endişelendim.. (Bkz) Endişelenmek doğamda var, endişelenecek bir şey bulmadan yaşayamıyorum ben :) Çizgi film izlemiyor diye de endişelendim.. Şu anda Pepee'ye bağlılığı nedeniyle de endişeleniyorum mesela.. Ama kitaplar konusunda beklentilerimi -her şeye rağmen- yüksek tuttuğumu inkar edemem.. Fazlasıyla narsistik bir yaklaşımla benim çocuğum o 2'yi 1 yapar, 1,5 yapar diye düşündüm -galiba :))

Ama 2 pek çok konuda gerçekten sınırmış.. Bu bilim insanlarının gerçekten bildikleri varmış.. :))

Doğum günü geçtiğinden beri Ulaş'ın pek çok konuda olduğu gibi kitap konusunda da yaklaşımı değişti.. Hatta tamamen değişti..

9 Haziran 2014 Pazartesi

maksimum kullanım

İtiraf ediyorum cimriyim.

Giyime kuşama çok büyük paralar vermekten hoşlanmadığım gibi sakla samanı gelir zamanı felsefesini de fena halde benimserim..

Hatta öylesine benimserim ki bir şeyi atmak benim için resmen işkencedir. Düzenli aralıklarla eşyaları çıkarır atılcaklar, verilcekler, geri sokulcaklar şeklinde yaptığım yığından en fazla bir kaç parça eksiği ile geri yerleşime dönerim.. Sanırım ilerleyen yıllarda bir çöp evde yaşayacam.. Üzerime olmayan eski kıyafetlerim.. Ya yeniden kilo alırsam diye bir yerlerde beklettiklerim, Hatta -hiç mi düşünmesek de- vermeye ve atmaya kıyamadığım kimi hamilelik giysilerim.. Her yer baza hepsi dolu.. Tık tık bitmiyor..

Ulaş'ın kıyafetlerinde de durum aynı.. Verdiklerim çok oldu özellikle ilk bebeklik giysilerinden ama anı diye sakladıklarım, beklesin sonra veririm dediklerim, verecek kimseyi bulamadığımdan dolapta beklettiklerim ve hatta küçüldüğünü (yok ya işin aslı O KADDAR küçüldüğünü) yeni fark ettiklerim.... Sürekli olarak birikip evi işgale kalkışıyorlar..

5 Haziran 2014 Perşembe

sen dünyaya gelmeden

Aşk maşk sarmaz dedim ama çok bunaldığım için light ve çantamdaki makaleleri azalttığım için de kalın bir kitap okuyabileceğime hükmettiğim için başlayayım dedim sen dünyaya gelmeden'e..

Kitapların içeriği hakkında fazla okumam okumadan önce, yorumlara falan bakarım sadece o kadar.. İçeriği okuma sürecine kalsın.. Tabi az-çok bilgi sahibi olurum ama az-çok :))

Şöyle üstün körü biliyordum sen dünyaya gelmedeni de işte aşk var, savaş atmosferi var falan.. Light düşündüm her şeye rağmen.. Yani savaşa rağmen..




Ama nedense son zamanlarda beynimi en çok meşgul eden kitaplardan biri oldu. Son günlerdeki uykusuzluk sendromunun da etkisiyle durup durup Diego'ya kızdım.. Kendi kendime kavga ettim.. Gemma'ya sinirlendim falan.. Çok uzun zamandır böyle bütünleşmemiştim bir kitapla.. Kitaptaki karakterleri böyle benimsememiştim.. Üstelik çok iyi kitaplar okudum; etkilese de düşündürse de böylesine çevremden karakterlere dönüşmemişti uzun zamandır roman karakterleri..

3 Haziran 2014 Salı

unutma....

-----Biraz geç oldu ama------

Aslında bu konuda yazmak bana düşmez diyorum içimden.. Ama bir sene önce bu zamanlar bir şey oldu.. Bu toplum korkmamayı öğrendi, bir şey olmayacak umutsuzluğundan olmazsa olmasın ben buradayım duygusuna atladı.

Devrim budur... Bu değişimdir devrim.. Bir yılda bu ülke çok değişti.. Kim ne derse desin..

Devrim kendi dilini yaratır, kendi sanatını yaratır..




Unutma...

30 Mayıs 2014 Cuma

söz vermek....

Söz vermek başka bir şeye benzemez derler ya :)) Kesinlikle doğrudur. Hayatta zaten en önemsediğim şeylerden biridir söz vermek ama çocukla olan ilişkide söz verme çok daha büyük anlam ve önem taşır.

Artık anne baba olup da bunu bilmeyen yoktur diye düşünürken tekrar tekrar karşıma geldiğini gördükçe sinirlerim zıplıyor.

Bilsek de fazlaca uygulayamadığımız, aman çocuk ne anlar dediğimiz bir durum oluyor çoğu zaman çocuğa verilen sözler. Anlık paça kurtarma stratejileri kapsamında, hatta daha ağızdan çıkması tamamlanmadan bir twitin şaşkınlığında unutulmaya meylediyor.

O kadar önemli ki aslında.. Çocuğun güven algısı üzerinde tam performans rol oynuyor..

Yetişkinler her söze inanmamayı, sorgulamayı bilir. Sözlerin unutulabileceğini, tutulamayabileceğini düşünebilir. Ama çocuklar için söylenen her şey çok değerlidir. Hele ki temel güven nesneleri -ebeveynleri- tarafından veriliyorsa...

Çocuklara verilen sözler ilişkinin kalitesini, güveni ve inandırıcılığı besler.. İyi/kötü söz söyleniyorsa tutulmalıdır. Bu sebeple akla gelen her şey ağızdan çıkmamalıdır..

27 Mayıs 2014 Salı

dil gelişimi aracı olarak hayvanat bahçesi

Hayvanat bahçelerini sevmem.. Yunus parklarını, at çiftliklerini, sirkleri sevmediğim gibi.. Sirk ve yunus parkı konusundaki olumsuz duygularım daha yoğun zira hayvanlara işkence edildiğini düşünüyorum. Hayvanat bahçesi ve çiftlikler konusunda o kadar ters değilim, ama kendi doğal çevrelerinden uzaklaşmış, küçücük kafeslere sıkıştırılmış hayvanları gördükçe kendimi kötü hissediyorum. Sen koskoca aslan ol, panter ol, timsah ol, gel o kadarcık alana sıkış, bir de elin aciz zavallı insanı gelsin aaaa yapsın, sana abuk sabuk yiyecekler atsın, nasıl bir aşağılama :((

Gerçi döndükten sonra izlediğim bir belgeseldeki hayvanları görünce acaba o kadar da kötü değil mi diye de düşünmeden edemedim. Zira hayvanat bahçesindeki hayvanların, bakımlı halleri, sağlıklı görüntüleri ve parlak tüyleri ile cılızcacık saferi aslanları arasındaki fark o kadar gözle görünürdü ki. Üstelik veterinerin kucağında biberonla beslediği yavru ceylanın sevildiği bile hissediliyordu. Gerçi her şey göstermelik de olabilir tabi, bir de bülbülü altın kafese koymuşlar olayı var :))


Pembiş flamingolar var orda uzakta :))

Öööööf neyse bilemedim sonuçta.. Benim amacım roar like a lion diye şarkı dinlettiğim, mütemadiyen hayvan seslerini çıkarttırdığım yavruma hayvanları göstermek, onları görselleştirip somutlaştırmasını sağlamaktı. Büyük oranda bu isteğimi gerçekleştirdim de..

26 Mayıs 2014 Pazartesi

2 yaş, freud ve diğer ölümcül şeyler

Kendimi Freudian bir psikolog tanımlamam.. aldığım eğitim de bu yönde değildir zaten. ama Freud'a inanmıyorum* :)) desem yalan olur.

Üniversitedeyken Freud'a yönelik eleştirileri konuştuğumuz bir sırada bir hocam "o kadar da yanlış değildi" gibi bir cümle kurmuştu.

Evet dediğim gibi teorinin bilimselliğini, determinizmini falan sorgularım da özellikle cinsel gelişim konusundaki argümanlarının doğruğunu çok gözlemledim. Saf oidipus kompleksi yada penis kıskançlığı değil bahsettiğim ama pek çok başka ekolden teorisyenin de benzer olgulara farklı isimlendirmeler verdiğini gördüm.

Biraz tez girişi gibi oldu yazı ama ana mevzuya geliyorum :))



23 Mayıs 2014 Cuma

doğum günü ulaşı

Ne yalan söyleyeyim bu sene geçen seneki kadar hazırlanamadım Ulaş'ın doğum gün için. Geçen yıldan kalan süsleri kullanmak konusunda zaten kararlıydım (gerçi yine de bir miktar araştırma yaptım, konsepte uygun süsler için). Ulaş'ın sevdiklerinden gitme konusunda da geçen yıldan deneyimliydim. Bu sene konsept Ulaş'ın en sevdiği oyuncağı olan lego idi. Pasta ve hediyelikleri bu yönde tasarladık.

Hediyelik olarak Önder'in son anda aklına gelen rozetleri verdik misafirlere..

16 Mayıs 2014 Cuma

2 yaş ulaşı ve işteöylebirşey

O kadar zor geliyor ki bu gündemde bir şeyler yazmak..

Bu ülke tam bir Lynch filmi.. Öyle kaotik, öyle pesimistik, öyle şizofrenik ki..

Bilim adamlarının çaresiz kaldığı, sosyolojinin, siyaset biliminin, psikolojinin çözüm üretemediği bir toplum, bir düzen-sizlik.. Her şey içiçe ve hiçbir şey tam değil.. Parçalardan anlam çıkarmaya çalışıyoruz.. Bütün kayıp.. Doğru açıyı bir türlü göremiyoruz..

Evler babasız kalırken, anneler evlatlarını, kadınlar kocalarını yitirirken kendi küçük dünyamızda küçük avuntular mı buluyoruz yoksa? Yoksa bunlar birilerimiz için çok mu büyükler? Kelebek için bir gün neyse o işte.. Aslında çok çok büyük bir dünya varken dışarda, biz deryadan habersiz balık gibi, kendi küçük evrenimizde yaşayıp gidiyoruz??

Bu aralar bizim evrende oldukça karışık.. Ulaş 2 yaşını bitirdi.. 2. doğumgününü yaşadı ömrünün.. Şu an ayrıntılar için yeterli zihinsel kapasitede olmasam da yakın gelecekte parti detayları konusunda yazacağım, ama şunu söyleyebilim ki bu sene (tabiki de) geçen seneden daha bilinçli ve eğlenceli oldu..



6 Mayıs 2014 Salı

zaman

Zaman öyle karmaşık bir olgu ki.. Sanki hiç geçmiyor sanırken bir bakıyorsun bissürüsü geçivermiş.. Geçen gün ömürden.. Ömür geçiyor ama biz hep ve hala hafta içi/hafta sonu sayıyoruz.. Hep ve hala ufacık hedefler belirleyip, eriştikçe seviniyoruz sanıyoruz..

Ve hayatına bir çocuk girene kadar da o kadar da farkına varamıyor insan zamanın hafta içi/ hafta sonundan müteşekkil olmadığının, aslında koşan bir şey olduğunun..

O kadar kör gözüm parmağına değişimler oluyor ki çocuklu bir hayatta.. Reddetmek, görmezden gelmek, kaçırmak mümkün değil.. Boyu uzuyor mesela :)) Birkaç gün önce uzanamadığı yerlere uzanmaya, karıştıramadığı yerleri karıştırmaya başlıyor.. kucağında taşımak ciddi sırt ve bel ağrıları yapmaya başlıyor (misalen geçen yolda kucağıma gelmek isteyen Ulaş'ı alenen reddettim: çok ağırlaştın artık oğlum git baban taşısın dedim :)



5 Mayıs 2014 Pazartesi

eski kitaplar güzeldir

Yeni bir kitap aldığımda ilk ben okuyayım, kapağını ilk ben açayım, o kokuyu doya doya içime çekeyim isterim.. Snıfff snıfff şeklinde okurum kitabı.. Bayılırım yeni kitap kokusuna..

Hiç alışkanlığım değildir sahaflardan kitap almak.. Sadece bulamadığım birkaç tez için gerekli kitabı almışlığım vardır o kadar.. Eski kitaplara yakınlığım babamın kütüphanesindendir.. Altı çizili satırlarla, yanlarına aldığı notlarla onun yorumlarını okumak kitabı daha bir anlamlandırır ama tanımadığım insanların yorumlarına aynı sıcaklıkla yaklaşıp yaklaşamayacağımdan emin değilim açıkçası..

Evde Önder'in kütüphanesinden gelen kimi kitaplarda var böyle tarihler, çizgiler falan.. Nicedir kütüphanede duran Erdal Öz- Yaralısın'ı sonunda okumaya karar verdiğimde kitabın perperişan hali gözümü korkuttu doğrusu.. Her çevirdiğim sayfa bağımsızlığını ilan ediyor, kapaksa ayrı bir bölgede ikamet ediyordu :)) İçimdeki onarıcı devreye girdi hemen kitabı ciltleme savaşımı bir parça karton ve biraz yapıştırıcı ile başlattım.. Velakin kendi silahlarım tarafından vurularak ellerim yapışkan içinde kapağın ve sayfaların bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldım :)



29 Nisan 2014 Salı

uzman görüşü

Valla meslekte 10 yılı devirip doktorayı bitirmeme birkaç sene kalmışken azıcık atıp tutacam kimse kusura bakmasın..

Geçen bir arkadaşım bir yazı paylaşmış, bir uzmanın çocuğunuzu dudağından öpmeyin mesajlı bir yazısı.. Evvet kesinlikle katılıyorum düşünceleri ile okudum yazıyı.. Lakin yorumlara geldiğimde sinirlerim zıplamaya başladı.. Bu ülkede aldığın eğitimin, mesleki tecrübenin, gördüğün vakaların bir önemi yok.. Sosyal bilimlerden bir konu ise herkesin bir görüşü var ve KESİNLİKLE DOĞRU!!!! Tartışılamaz, aksi iddia edilemez.. Onun görüşü ya; doğru olmaması mümkün olamaz.. Üstelik az buçuk eğitim seviyesi yüksekse, okuyordur o.. uzmanlıkları kendilerinden menkul insanlar, herkese uygun paket program kitaplarını yazıyor ya.. koç ünvanı verilen okullardan mezun kişiler tvlerde, sosyal medyada konuşuyor ya..

Gerçekten şarlatanları gördükçe cinlerim ayaklanıyor ama, bir de bilenlere saygısı olmayanlar bana bütünüyle Y.K. Karaosmanoğlunun yaban romanını çağrıştırıyor..

28 Nisan 2014 Pazartesi

hayvanlar ve çocuklar..

Çocuklar hemen her şeyi ebeveynlerinden öğrenir.. Bilmedikleri bir ortama girdiklerinde, bilmedikleri nesnelerle karşılaştıklarında ilk önce onlara bakarlar ne tepki veriyor diye.. Verilen tepki, çok göstermeden de olsa, fark ettirmeden de sanılsa o duygu paratöneri yaratıkta yönlendirme yaratır.. Hele korku!!! Zaten bilinmedik durumda korkuya programlı sistem, bir de güven duyduğu kişinin korku tepkisi verdiğini görünce anında taklit eder..

Ben hayvanlardan korkan biri değilim. Hatta bazen temkinsiz olduğum bile söylenebilir.. Lakin çocuk işin içinde olunca, insan onun için tepki vermeye başlıyor, kendinden ziyade..

Bizim oğlan da anası gibi hiçbir hayvanı ayırt etmeden atlıyor üstlerine, ki bu durum son zamanlarda beni biraz endişelendirmeye başladı..

Hayvanlardan korkmasını istemem, sevsin tüm varlıkları.. Ama her kedi/köpek de o kadar güvenli değil.. Hele bizimki gibi canhıraş saldırarak sevince.. Seviyor, okşuyor, karşısına geçip konuşuyor.. Hem komik hem de endişelendiriyor insanı..


25 Nisan 2014 Cuma

selfie

Bu sözcüğü ilk duyduğumda fena halde komik gelmişti.. Anlamsız, bencil, yalnız bir sözcük..

Kullanımına sıklıkla şahit olmaya başladıktan sonra ibre sinir bozuculuk seviyesine hızla yaklaşmaya başladı.. Sosyal medya alanlarından hangisini açsam illa  "bu da bizden selfie", "bilmemne selfiesi" gibi ifadelerle karşılaşmaya başladım..

Kimi dalga geçiyordu, kimi ciddiydi.. Kimi de modaya uyuyordu..

15 Nisan 2014 Salı

puslu kıtalar atlası

Türk edebiyatına dönüş projem çerçevesinde tanıştığım bir yeni yazar da İhsan Oktay Anar....

İtiraf edeyim Yedinci Gün'ün çıkışını bu kadar heyacan ve sevinçle takip eden insanlara ve dahi yazara bir nebze kıl kapmış, bir miktar mesafe geliştirmiştim..

Dolayısıyla çok önceden duymuş olmama rağmen okumaktan -kelimenin tam anlamıyla- kaçmıştım...

Nedense bana biraz dinsel gelmişti -ön yargılarımı seveyim :)

Neyse sonunda ısrar ve reklamlara dayanamayıp aldım okudum.. İyi ki de okudum..



11 Nisan 2014 Cuma

klasik müzik

Ulaş'a hamile kalana kadar birkaç filmde rastladığım notalar, arada bir takıldığım kanallar haricinde fazlaca tanışıklığımız yoktu kendileri ile... Yani çok ünlülerin adlarını falan bilirdim ama, şu şunundur demem bile pek olası değildi..

Hamilelikte dinlenen klasik müzik çocuğun zekasını arttırırmış, sakinleştirir-miş ya, pek fazla prim vermesem de edindim birkaç beste ve dinledim.. Öyle sürekli değil ha arada bir aklıma geldikçe, değişiklik olsun diye..

Şimdi şimdi de arada bir dinliyorum.. Aklıma gelirse.. Sevmişim meğer ben de bir nebze..

Öyle müziğin hayatımda çok bir önemi yoktur açıkçası.. Arada dinlerim ama hiçbir zaman kulağında kulaklıkla dolaşan bir tip olmadım.. Sevdiğim şarkılar vardır tabi, sevdiğim türlüler, şarkıcılar falan ama özellikle enstrümental müzik pek bana göre değildir.. Ben daha çok söz insanıyım.. Sözleri anlamlı olacak öncelikle, sözleri ile vuracak.. Müziği sonra gelir.. Olmazsa olmaz değildir benim için...

Hele klasik müzikle ilgili gelişmiş bir zevkim, algım, hatta bilgim yok.. İlk paragrafa bakıp aldanmayın, hala yok :)

Ama bu Vivaldi dört mevsim'in yeri bir başka.. Hamilelik sırasında Ulaş'ın en sevdiği besteciydi Vivaldi.. Vivaldi çalmaya başladığında başlardı tekmeleri.. İşte böyle bir döngü oldu sonunda.. O tekmeledikçe ben dinledim, dinledikçe sevdim, ben sevdikçe o tekmeledi..

Ama hala çok da kayda değer bulmuyorum, çocuğun zekası ve karakteri üzerindeki etkilerini.. O ayrı....

İşte öyle bir çağrışım bu da :)) Hadi hoşçakalın...





öğrenci sorumsuzluğu/bi de öğrenci sorumluluğu?

Bazen sabah okula giderken, içimde bir uçarılık bir uçarılık.. Seke seke yürüyor, sanki dünyada hiçbir şey yokmuş gibi bir umursamazlığa kapılıyorum.. Sanki yeniden 20 yaşındaymışım da, hiçbir sorumluluğum, derdim, tasam yokmuş gibi.. Sanki bedenim hala uykusuz geceleri, yoğun alkolleri kaldırabilirmiş gibi.. Sanki gene okul çıkışı, sinemaya, bara gidecekmişim, bir kahve içmeye çıkıp sabahı bulacakmışım gibi.. Öyle bir yanılsama..

Bir anda suya değiyor ayaklarım.. İş, ev, Ulaş... Sorumluluklar, sorumluluklar, sorumluluklar.. Yapılacaklar, görevler, mecburiyetler.. Keyiflere daracık zamanlarda, kısacık anlar yaratmak.. Bir kahve içmek, iki satır okumak için, otobüs saati beklemek.. Sinemaya aylarca gidememek, barları zaten unutmak..



Ve bedenimin artık pek çok şeye isyan ettiğini hatırlamak.. İki saat az uyumanın gün boyu etkisini hissetmek..

Ve suçluluk... Bugün yeterince oynayamadım çocukla.. TV izledi, parka götürmedim, masal anlatmadım, sabır göstermedim, kızdım, bağırdım, üzdüm..

Yetişmeyen ve biriken işler, yıkanmayan çamaşırlar ve tüm bunların üstüne okumam gereken makaleler, yazmam gereken proposallar..

Yeniden öğrenci olunca, öğrenci sorumsuzluğum geliyor ruhuma.. Öylesine bir yanılsamaya giriyorum.. Kantinde iki saat laklak edip zamanı unutacağım hissine kapılıyorum..

Ama olmuyor tabi.. Hepsi ilüzyon..

Ben öyle keklik gibi seke seke okula giderken, arkamdan kovalayan iş-güç artık iyice daraltıyor zamanı.. İşe yetişmeli, raporlar yazılmalı, ordan koşa koşa eve, Ulaş'a o uyuyunca biraz okuma yapmalı.. Uykuya yeniliyor zira beden, çok da geçe kalmamalı..

Her şeyin üzerine bir de öğrenci sorumluluğu..

Kaşınıyor muyum ne??

9 Nisan 2014 Çarşamba

dünya ağrısı

Yaşamak ağrı yapıyor insanda.. Şöyle içinin derinlerinde, bir yerlerde tam tanımlayamadığın, anlayamadığın, tarif edip çözüm bulamadığın bir ağrı...

Herkesin ağrısı da çözümü de kendine özel.. Kimi duymazdan gelmeyi seçiyor içindeki sesleri, kimi bastırıyor daha yüksek başka seslerle, kimi de yaşıyor her gün artan bir suçlulukla..

Ayfer Tunç'la ilk tanışmam dünya ağrısı.. Türk edebiyatına uzaklaştığım, kendime yer bulamadığım zamanlara denk gelmesi ayrı.. Yeni yazarlarla tanışma sıklığımın arttığı bu dönemlerde, Ayfer Tunç gerçekten kendine ayrı bir yer yarattı.. Dilin zenginliği, sözcüklerin kullanımı, anlatım..



8 Nisan 2014 Salı

ulaşlı

Bu aralar yie her şey üst üste... İş yoğun.. Yazılacak raporlar sıra bekliyor.. Tez de bir şekilde başladı, hale yola koyma çabası, okumalar falan.. Babaannesi izne ayrıldığından ;) annem bakıyor Ulaş'a.. Dolayısı ile akşamlar da sohbet muhabbet.. Yazmaya pek zaman bulamıyorum sözün özü.. Bir büredir unutmayayım diye not aldığım Ulaş marifetleri ile biraz haraketleneyim dedim ben de..

Buyrunnnn.......

Legoları üstüste koyup en yüksek kuleyi yapmaya çalışıyor. önce kareleri dizdi.. sonra eline büyük bir plaka şeklinde olan zemin üste koymaya çalıştı olmadı kızdı alta koyalam dedik koyduk.. sonra dikdörtgenleri bunun üzerine dizdi ve üçgenleri en üste yerleştirmeye başladı.. bu arada bir kare buldu.. ben onu da üste koymasını beklerken.. kaldırdı kulesinin yarısını ve karelerin üzerine kareyi koydu, kalanı tekrar koyup işine devam etti.. ben ağzım açık.. benzerlikleri farklılıkları fark etme, önemseme ve bu yönde davranma ne zaman başladı..


           İstiklalde bir tosbağ :))


4 Nisan 2014 Cuma

iyyyki doğdum...

Buralarda bu zamanlarda böyle bir cümle zor aslında.. İnsanın içi hafakanlar diyarı olurken.. Çocuğuna vermek istediğin değerlerin artık değer olarak kabul edilmediğini, hatta küçümsendiğini görürken..

Ama yetiyor bir gülüş, bir bakış umutlanmaya.. Bi nınınınınınıııı yetiyor iykidoğdunanneye dönüşemese de.. Bir kucak sarılış,

Aslında iyki doğdumdan çok iyiki doğurdum oluyor bu zamanlarda.. Konkulara endişelere rağmen.. Yoksa alıp başını gidesi gelir insanın.. Yoksa baş edilmez dünya ağrısıyla.. Zira dünya ağrısı da yaşlılıkla artıyor, romatizma gibi.. Yaşlandıkça daha bir çok batıyor insana..

Ama olsun.. İyki doğdum yine de.. Gördün mü bak 34 bile oldum.. Kendimi ayağımda spor ayakkabı, k.çımda kot, okul kantininde pineklerken görünce 24ten 1 gıdım fazla hissetmesem de.. Yatağında mışıl mışıl uyuyan tosbağya bakıp, bu benden mi çıktı diye düşensemsem de.. tevvellüt belli.. Hissettiriyor yine de kendini, sırt bel ağrılarının dışında dünya ağrılarında..


                                                                            Annenin mumlarını üfleyen tosbağ

27 Mart 2014 Perşembe

baharrrrrr

Çok fena garip hallerdeyim..

Sabah sabah evden okula giderken ayaklarım beni taşımayacak düşüp bayılacam diyordum.. Tüm kemiklerim zangırdıyor, vücut parçalarım beynimin hakimiyetini kabul etmiyordu... Gözlerim kapanmak için, kafam dayanmak için yer arıyordu...

Hayır öyle çok uykusuz da değildim.. Akşamdan kalma, hasta yada başka bişey.. Her şey normaldi de ben değildim...

Okulda çalışıp tartışırken biraz toparladım ama halen okuduğumu anlama ve kendimi ifade de ciddi sıkıntılar yaşıyordum... Bahar yorgunluğu dedim sonunda tanım bulamayınca...

Bir şekilde başladık teze... Resmen ve gerçekten...


Çıktım bir kahve içtim, biraz okudum otobüsü beklerken.. Kahvenin içinde mi bir şey vardı, bu teze başlamanın heyecanı mı, nedir ne değildir bilmiyorum..

21 Mart 2014 Cuma

özgürlüğümüz kısıtlanamaz

Daha önce belirtmiş olduğum olduğum gibi sosyal medyayı kullanmayı pek de beceremem.. En beceremediğim de twitter.. Ama bunun hiç önemi yok. ÖZGÜRLÜĞÜMÜZ KISITLANAMAZ!!!!

Aşağıdaki makale her şeyi anlatıyor zaten..


Bu bir ortak yayındır. Bu konuya duyarlı birçok blogda bugün bu yazıyı göreceksiniz.
***

Özgürlüğümüz kısıtlanamaz
#TwitterBlockedinTurkey
T.C. Anayasası
VIII. DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Madde 26
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma haklarına sahiptir.

Dün gece yarısı ülkemizde anayasa ihlal edilmiştir. Uluslar arası bir sosyal paylaşım ağı olan Twitter’a erişim farklı mahkeme kararları ile engellenmiş, halkın kendisini ifade etme ve haber alma özgürlüğü kısıtlanmıştır.
T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan dün Bursa’da düzenlediği seçim mitinginde “Twitter mwitter, hepsinin kökünü kazıyacağız Uluslararası camia şöyle der, böyle der hiç umurumda değil. Herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü görecek.” dedikten ve Başbakanlık Basın Müşavirliği’nin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bazı linklerin kaldırılmasına ilişkin mahkemelerden çıkarmış oldukları kararların uygulanması konusunda Twitter yetkililerinin duyarsız kaldıkları bir süreç söz konusudur. Mahkeme kararlarını umursamama, hukukun gereğini yerine getirmeme biçimindeki bu tutumda bir değişiklik gözlenmemesi halinde, vatandaşlarımızın mağduriyetini gidermek için teknik olarak, Twitter’e erişimin engellenmesinden başka çare kalmayabileceği belirtilmektedir” açıklamasından sadece bir kaç saat sonra gece yarısı Twitter’a Türkiye’den erişim yasaklanmıştır. Internet servis sağlayıcılarına ulaşan mahkeme kararları ile Twitter’a ülke sınırları içinden erişim kapatılmış, mobil cihazlarda kullanılan 3G erişimi de aynı şekilde engellenmiştir.

Yasakların ve sansürün bir çözüm olmadığını, sosyal medyanın susturulamayacağını, özgürlüklerin sansür yoluyla kısıtlanamayacağını herkesin görmesi, bilmesi gerekir. Bunu dün gece Twitter yasaklandıktan kısa bir süre sonra DNS ayarlarında değişiklik yaparak veya VPN, Hotspot Shield gibi bazı programlar üzerinden mecraya giren milyonlarca Türk kullanıcısı da göstermiştir.

20 Mart 2014 Perşembe

marifetler #unknown

Temizlik için gelen abla sakız çiğniyor, Ulaş da karşısına geçmiş, çiğneme hareketi yapıyor pür dikkat :))

Boğazına havuç kaçırdı ama ciddi bir durum değil, biraz da maymunluktan öksürüyor.. Baktı bende haraket yok, sırtına vuruyor.. Sırtına vurmam lazımmış :))

Bu aralar yatırıyorum, yarım saat kadar sonra yanına çağırıyor.. Her gün bir icat.. Geçen gece ev biraz serindi yorgan örttüm üstüne.. Kalkmış battaniyeyi çekiştiriyor ve buyuruyor beyimiz onu örtecekmişiz.. Dün de iki küçük hayvan oyuncağı yatağında kalmış, onları bana vermek istemedi ısrar etmedim.. Onlarla yattı... Bir süre sonra  uyaran bir tonla sesleniyor: Anneaaa gittim.. Doğruldu yatağından elindeki hayvanı üzerime salıyor mööööö.. ama yavrım möö öbür elinde bu at demedim.. Karanlık ne de olsa.. Hadi yat annecim uyu, uyku saatin geldi dedim yalnızca.. Kahkahalarımı ağzımın içinde tutmaya çalışrken..



18 Mart 2014 Salı

hangi ölüme üzülmeli

İnsan üzüleceği şeyleri seçebilir mi?

Hayata bakışımız, politik duruşumuz, milliyetimiz, dinimiz.... bizi etkiler mi üzüleceklerimizi seçmekte??

Yoksa yalnızca vicdan mıdır bizi ölüme üzülmeye iten??

Ölüm allahın emri diyor ya şair.. allahın emri de genç ölümler beklenmedik ve çoğunlukla da trajik olduklarından daha fazla travmatik etki yaratıyorlar.. Büyük boşluklar yaratıyorlar arkalarında.. Boylarından, bedenlerinden büyük boşluklar..

Ölümün nerede olduğu, nasıl olduğu da önemli değil ki... İster mısırda içsavaşta, ister ABD'de bir okulda, ister İstanbul'da sokakta olsun.. Bir anlamı yok.. Bir anlamı olmamalı..

Ama var-mışşşş.. Seçiyormuş insanlar kime üzüleceklerini.. Ve dolduruyorlarmış bu seçimin içini yalan yanlış bilgiler ve gazlarla..

İnsanlar gencecik çocukları ölümlerinden ötürü bile suçlayabiliyormuş..

Bugün 18 mart.. Aklıma geldi.. Biz ki savaştığımız, öldürdüğümüz Anzak askerlerine bile üzülmemişmiydik.. Onlar için anıtlar dikip siz de üzülmeyin analar dememişmişdik.. Ne zaman yitirdik bu vicdanı.. Ne zaman bu kadar taş yürekli, bu kadar at gözlüklü olabildik..

Yavrusunun ölümüne de üzülme yok hakkı annelerin.. Ölmeye de hakkı yok insanların.. Hesap sormaya hiç yok.. Önemli olan istikrar.. Önemli olan piyasa etkisi.. Önemli olan birisinin nasıl tanımladığı olayları.. Başka bir tanım mümkün değil.. Kesinlikle ve tartışmasız olarak doğru olan o...

Peki seçin bakalım üzüntülerinizi.. Ben seçemiyorum.. İçim acıyor.. Hem ben size de üzülüyorum..

14 Mart 2014 Cuma

babayla 3 gün

Hizmetiçi eğitim vesilesiyle Antalya'ya gitmem gerekti 3 gün.. Ulaş'ı bırakmak yada bırakmamak ikilemi içine girdim haberi ilk aldığımda.. Onun düzenini bozmak, tam alışmışken yeniden uyku alışkanlığına çomak sokmak, hava değişimi, yağmur ve soğuk tahminleri vsvsvs.. Ama evde bırakmak da ayrı bir düzen değişimi.. Benim yokluğuma nasıl bir tepki vereceği bir bilinmez.. Benim onun yokluğuna nasıl tepki vereceğimse arzu edilmez :))

Ayrıca, 3 yaştan önce gece ayrılmaya da pek olumlu bakmıyorum bir psikolog olarak.. Yani insanlar 3 aylık bebeği bırakıp gitmek durumunda kalıyor tabi ama, seçenek varsa kullanmak daha uygun geliyordu.. Kullandım :))

Böylece Ulaş, Önder ve ben yağmurlu bir akdeniz havasında 3 günlük bir tatil yapmış olduk.. Yani onlar tatil yaptı, ben iş :))

12 Mart 2014 Çarşamba

bazen

Bazen hiçbir şey yazmak gelmiyor insanın içinden.. Hiçbir şey söylemek... Söyleyecek sözün olmadığından değil.. Çok fazla söz ve hiç eylem durumundan..

Bazen yapabileceği tek şey, oğluna daha da sıkı sarılmak oluyor bir annenin.. Oğullarının tabutuna sarılan annelerle ağlarken...

Bazen 2 yaşına bile gelmemiş bir çocuk siliyor gözlerinizi.. neye ağladığınızı bilmeden, maymunluk yapsam geçer mi diye düşünerek suratını şekilden şekle sokarken...

Bazen hiçbir gözyaşı dindirmiyor acıları...

15 yaşında çocuklar ölürken...

26 Şubat 2014 Çarşamba

deneme

Bu aralar bizim evin Ulaş cephesinde mütemadi bir deneme hali söz konusu.. Her şeyi deniyor.. Sınırlarını.. Sabrımızı.. Konuşmayı..

İlk ikisi feci halde korkutucu ve sinir bozucu olsa da, sonuncusu pek bi keyifli..

Annemlen babam geldi ben işteyken.. Kapıyı Ulaş açtı ben geldiğimde tutmuş ikisinin de kolunu kapıya getirip bana gösterecek, o kadar mutlu ki.. Annecim anneanneyle dede mi geldi, keyfin yerinde mi dedim.. Arkam sıra dolanırken bacaklarımın hizasından yerinde şeklinde bir ses çıktı..

Uykudan uyandı gezmeye gideceğiz, annecim çorbamızı içelim, sonra gezmeye gidelim falan feşmekan anlatıyorum, oldu mu? dedim, hiç beklemediğim şekilde bir cevap olduu..



25 Şubat 2014 Salı

cesur yeni dünya

Seneleeeer önce kardeşim demişti "mutlaka okuman lazım" diye, kitabı verdi birilerine, gitti gelmedi benim de aklımdan da listemden de çıktı.. Geçen gene konuşuyoruz, "sen okumadın onu di mi?" dedi.. Kendimi br eziklenmiş hissettim ki anlatamam.. Yani karşımda küçücük velet okumadın mı onu daha diyo bakbakbak (küçücük dediysek 30a geldi nerdeyyse de neyse)

Kitabı okurken mütemadiyyen "psikolojinin HENÜZ mühendisliğinin oluşmadığı"nı söyleyen sevgili hocam geldi aklıma.. Psikolojinin mühendisliği olsa nasıl olurdu hayat?? Şartlandırma, kuluçka, hipnopedya, dürtülerin tatmini, çatışmaların, gerilimin çözümü, uyuşturucu? Böyle mi olurdu ki acaba?? Başka seçenekler yok muydu? Freud mu olmalıydı, Rogers, Beck, Maslow, Bandura falan dururken.. İlla her şey sonuçta anneye mi bağlanmalıydı?

Özgürlük nerdeydi bu cesur yeni dünya'da.. Evet yeniydi de cesareti neresindeydi.. Doğuştan hayatı belli insanlar içinde, doğum öncesi belirlenirken hayat, seçimler nerdeydi, hata yapma, kırılma, incinme nerdeydi..

24 Şubat 2014 Pazartesi

yeni nesil satış taktikleri

Bir kere bir yere kayıt yaptırıp, telefonunu verme, anında tüm banka ve şirketlere haber uçuyor ve bir saldırı hali başlıyor.. Bu bilinmeyen bir şey değil.. Hatta agresif satış teknikleri, insanı bunaltan "niçin"leri.. İstemiyorumu bir cevap görmemeleri, ihtiyacım yoku algılayamamaları bilinmeyen, sıradışı olgular değil.. Sonuçta nasıl olabilir de bir insanın krediye, ekstra bir kredi kartına, daha hızlı internete, daha çok kanala ihtiyacı olmaz ki.. Maslov'un en alt basamağı sanki.. Yemek, içmek, tv...

Hayır alıştık mütamadiyen hayır demeye de, artık satış yöntemlerinin bokunu çıkardılar.. Bariz yalan söylüyor, ilk söyleyeceklerini en son kısık ve anlaşılmaz ifadelerle söylüyorlar..

Evet her vatandaş gibi sık aralıklarla taciz ediliyorum.. Ama artık yalana, insanı aptal yerine koymalarına iyice kılım..

18 Şubat 2014 Salı

ulaş

Kirpiyle kestaneyi okuyoruz okurken kirpinin sırtına kestane düşünce patt diye sırtına düşüvermiş diyerek sırtına vuruyorum.. kendi kendine kitabı okuyor akşam, pat yapıyor sırtına vuruyor :))

Son zamanlarda tuluma kıl.. Valla tulum giydiririm ayağa kalkıp durursan diyorum, gıkını çıkarmadan yatıyor bir süre (tehdit değil yav, açıklıyorum, üstün açılıyor, üşürsün, pehpehpeh :) geçen gece durmadı giydirdim tulumu, yatırdım.. ağlıyor nasıl, aldım kucağıma, ağzında da emzik, bıdıbıdı konuşuyor, baktı anlamıyorum, emzikten sandı garibim (süper anlaşılır konuşuyor ya kendisi :) emziği çıkartıp, tulumunu tutarak şikayet eden bir tonlamayla bıdıbıdı anlattı, tek kelimesini anlamasam da maruzatı netti: çıkar şunu üstümden :)

13 Şubat 2014 Perşembe

serbest çağrışım

Sene 1999 bir Ankara kışı.. Uyanıp sabah sabah derse gitmek için çıktım ve bir kış güneşi sürprizi ile karşılaştım.. Bembeyaz karlara vuran apaydın bir sabah.. Ders de İngilizce dersi, çoğunlukla sohbet ve tartışmayla geçen eğlenceli ve düşündürücü bir ders..

Okuyoruz, konuşuyoruz, tartışıyoruz.. take for guarantee kalıbı geçiyor pasajda.. Hoca açıklarken: sabah güneşi fark ettiniz dedi.. Kaçınız amaaaan güneş gözlüğümü almadım dedi.. kaçınız merhaba güneş dedi.. Ben merhaba güneş diyenlerdendim.. Özlediğim güneşe selam vermiş, içimi bir sevinçle dolduruvermiş bu mucizeye gülümsemiştim..  Üstelik açtım, kahvesiz ve sigarasızdım ama güneş unutturmuştu hepsini..

Bu gün evden çıkıp gözüme giren güneşi fark edince tüh yaaa gözlüğü unuttuk dedim ve bir anda bu anı canlandı içimde.. ODTÜ'nün ağaçları yoktu çevremde (belki şimdi orada da yoklar :(( Ankara'nın karı ve soğuğu yoktu.. Öğrenciliğin sorumsuz özgürlüğü, umursamaz mutluluğu yoktu.. Ama bu kadar mı değişmiştim.. Kışın orta yerinde mucize gibi beliveren güneşe selam veremeyecek kadar mı duyarsızlaşmıştım.. Bu kadar mı katılaşmıştı içim de güneşi görür görmez aklıma gözlük gelmişti.. Üzüldüm, kendime üzüldüm.. Doğanın mucizelerini fark edemeyecek hale gelmemeliyim ben.. Ne olursa olsun bu kadar değişmemeliyim. Sorumluluklar artsa da, Ulaş gece uykusuz bıraksa, yorgunluk tavan yapsa da.. Hİçbir şeyi garntiye almamalı.. Varlığı sonsuza kadar sürmüyor zira.. Camımı açtığımda içeri dolan kuş seslerini, annemin yaptığı meyveli kekleri, eve yayılan kestane kokusunu, ve bu resmi :)


O kadar çabuk geçip gidiyor zaman.. Varlığı garantiye alınamayacak kadar çabuk kayıyor elimizden bir gülüş, bir bakış...

Ayy duygusal oldum sabah sabah.. Özür dilerim güneş, hoş geldin, iyi ki camımdan, canımdan içeri girip içimi ısıttın..

10 Şubat 2014 Pazartesi

goodreads

Facebook aracılığı ile tanıştığım bir uygulama var.. Bir süredir blogun altında bir yerlerde de görebildiğiniz: GOODREADS..

Çok sevdim ben bu uygulamyı yav.. Yani yediğini/içtiğini paylaşmayı sevmeyen biri olarak okuduğunu paylaşmayı çok sevdim.. Kim ne okuyor,. okumayı düşündüğün kitaplar hakkında insanlar ne düşünüyor görebiliyorsun.. Nicedir aklında olan kitapları hatırlayıp, hiç bilmediğin yazarlarla tanışmayı düşünebiliyorsun.. Okuduklarını puanlayıp, yorum yapabiliyorsun..

Okuduğun kitaplarla ilgili quizler yapıp, ne kadarını hatırladığını/hatırlamadığını fark edebiliyorsun.. (ki en hoşuma giden kısmı bu oldu) Rekabetçi ruhum coştu.. Daha çok daha çok okumak istiyorum.. Bu vesileyle de daha çok okuyorum.. (gerçi daha çok okumamının en büyük nedeni yolculuklar ama, bu da etkili oldu)

4 Şubat 2014 Salı

çözdüm sanarken

Tracy Hogg'ın kitabınından aklımda en fazla kalan cümleydi: her şey yolunda zannederken... Diyordu ki bir sorunu çözdüğünüzü sanırken bir anda tekrar karşılaşabilirsiniz..

Sanırım çocuk yetiştirmenin en temel sorunu bu. Bir yeri yaparken başka yer bozuluyor.. Asla eksiksiz ve tam olmuyor.. Sürekli bir çabalama, tırmalama hali.. Yemek sorunu mu hallodu, pat bir diş pırtlayıveriyor.. Al başına belayı.. Gece uyanmalar mı bitti, kendini bilmez bir mikrop bünyeyi işgale başlıyor.. Bünyeyle beraber tüm sistem de alarm veriyor tabi.. İlk olarak da düzenler.. Sadece kötü şeylerde değil ki, tatili, gezmesi, eğlenmesi, doğumgünüsü, oyunu, şusu, busu.. Her şey -en başta da veledin kendisi- resmen kurulan düzeni bozmak için dört koldan çalışıyor ve siz anne ve baba olarak bu kaosu sürekli olarak yoluna koyma, sürekli bir yeniden yapılandırma savaşı veriyorsunuz.. Üstelik önceden tutan metodlar yeniden tutmuyor, bir konuya yediğini başka konuda yemiyor.. Sürekli bir yaratıcılık ve sabır gerekiyor..

Eee.. Yoruyor tabi.. Bir de şaşırtıyor.. Sinir sistemi üzerinde gergedanlar tepiniyor.. İlkinden daha çok zorluyor ikinci sefer.. Hayatta böyle değildir ki.. Sorun çıkar, çözersin, hayatına devam edersin.. giderken yeni bir sorun çıkar karşına, uğraşır didinir çözersin, yoluna devam edersin.. Yada çözemezsin.. O da ayrı bir mevzu.. Kabullenirsin, yaşar gidersin..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...