bir sürü haller içinde...

19 Kasım 2014 Çarşamba

sırça fanus

Babama evlenmeyi düşündüğümü söylemiştim.. (hayatımın en zor ve uzun gecelerinden biriydi herhalde :)) Yaşım küçük değildi, master devam ediyordu (yine tezi bitirmeyi uzun süre savsaklamıştım) ama "öğrenci" değildim. Çalışıyordum.. Tek başıma başka bir şehirde yaşıyordum falan filan..

Babamın bana kurduğu ilk cümle: ama sen roman yazıyordun olmuştu.. ;)) Evet roman yazıyordum.. Çok da şahane gidiyordu.. Beşiktaştaki çay bahçelerini yıkmadan önceydi.. Alırdım notlarımı, bilgisayarımı, çayımı.. Kız kulesine karşı yazardım.. Parmaklarımın arasında sigara.. Büyük yazar edalarında :)) Sonra ben evlendim, çay bahçelerini yıktılar.. Yazı yazacak bir tek alan bırakmadılar.. Romanım da kapağında (kapak tasarımı bile yapmıştım offf) Can Baba şiiri (ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi) alıntısıyla klasör içinde yarım kaldı..

Sırça Fanusu okurken aklımda hep babamın cümlesi ve bitmeyen/bitemeyen romanım vardı.. Ester'in de evliliğe en büyük tepkisi şiirle/yazıyla arasına girecek olması değil miydi? Üstelik Buddy açık açık söylemiyor muydu çocukları olduktan sonra artık şiir yazmak istemeyeceğini, kendini farklı hissedeceğini??? Çok da yanlış değildi Ester'in "evlenip çocuk doğurduktan sonra insanın (kadının) beyninin yıkanmış gibi olup ondan sonra totaliter bir devletin kölesi gibi duyuları körelerek yaşayıp gitmesi" yolundaki varsayımı.. Minonun Cahitadamının dediği gibi "ihmallerimizi yitiriyorduk çocuklardan sonra" Yazar olma ihtimalimi yitirdim mesela, belki başka pek çok ihtimali.. çünkü ben incir ağacında 'annelik' etiketli inciri seçtim..


Her seçim bir vazgeçiştir.. Kim demiş hatırlamıyorum ama bayıldığım bir cümledir.. Evet bir şeyi seçerken-mecburen- başka bir şeyden vazgeçiyoruz.. Ve Seçimlerimizin sonuçlarını yaşıyoruz iyi/kötü.. Bilmeden-bilemeden.. Manik-depresyonunun da etkisiyle Ester/Sylvia seçemiyordu/vazgeçemiyordu. Seçimsiz kararsız sonuçsuz, bir hayatı yaşıyordu.. Ama bu hali öyle güzel anlatıyordu ki.. O "incir ağacı" metaforuna bayıldım..

İntihar etmiş bir kadının son olarak yazdığı bir şeyi okurken insan daha bir karanlık yaklaşım bekliyor açıkçası.. Ama çoğu yerde güldüren, esprili bir dili vardı romanın..

Anlatım çok samimiydi.. Cesurca samimiydi.. Bu kadar kendini açtığı bir romanda bir insanın böyle bir samimiyet gösterebilmesi aslında şaşırtıcı geldi bana.. Zekice tespitler inanılmaz bir sadelik ve yalınlıkla aktarılıyordu..

İntihar??? İntihar bir dönem araştırmak istediğim bir konuydu, özellikle şair ve yazarların intiharları, zaten bu dönem tanışmıştım Sylvia Plath ile..  ama açıçası fazlasıyla "bayat" olduğunu hissetmiştim konunun.. İntihar üzerinde çok konuşulan, çok düşünülen, çok araştırılan,yazılan çizilen bir mevzu.. Ama Sylvia'nın bir cümlesi var ki beni benden aldı. Diyor ki: sonunda öleceğini bilirken nasıl yaşıyor bu kadar insan???
Romanda etkilendiğim bir diğer unsur da insanlık dışı tedavi yöntemleri oldu.. Elektro-şok, lobotomi vs.. Şu an aklımızın alamadığı bu ve benzeri ve aslında çok daha beteri uygulamaların yapılmış olduğunu bilmek bile kanımı donduruyor..

Hayattan beklentilerimiz.. Yada hayatın bizden bekledikleri.. Çoğu insanda tıkır tıkır bir işlerlikte yürümüyor.. Arada error veriyoruz.. Normali bu zaten.. Bir bakmışız düşlediğimizden, planladığımızdan bambaşka bir yerdeyiz.. Önemli olan bulunduğumuz yerle uyum sağlamak (mı acaba)

Sırça Fanus üzerine tezler yazılan, bir roman..  Ben ne söylesem anlamsız.. Zaten derinlemesine yapılmış analizler.. Yalnızca bir kadın olarak çok etkilendiğim, bir psikolog olarak da çok değerli bulduğum bir roman olduğunu söylemem yeterli belki..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...