bir sürü haller içinde...

29 Nisan 2014 Salı

uzman görüşü

Valla meslekte 10 yılı devirip doktorayı bitirmeme birkaç sene kalmışken azıcık atıp tutacam kimse kusura bakmasın..

Geçen bir arkadaşım bir yazı paylaşmış, bir uzmanın çocuğunuzu dudağından öpmeyin mesajlı bir yazısı.. Evvet kesinlikle katılıyorum düşünceleri ile okudum yazıyı.. Lakin yorumlara geldiğimde sinirlerim zıplamaya başladı.. Bu ülkede aldığın eğitimin, mesleki tecrübenin, gördüğün vakaların bir önemi yok.. Sosyal bilimlerden bir konu ise herkesin bir görüşü var ve KESİNLİKLE DOĞRU!!!! Tartışılamaz, aksi iddia edilemez.. Onun görüşü ya; doğru olmaması mümkün olamaz.. Üstelik az buçuk eğitim seviyesi yüksekse, okuyordur o.. uzmanlıkları kendilerinden menkul insanlar, herkese uygun paket program kitaplarını yazıyor ya.. koç ünvanı verilen okullardan mezun kişiler tvlerde, sosyal medyada konuşuyor ya..

Gerçekten şarlatanları gördükçe cinlerim ayaklanıyor ama, bir de bilenlere saygısı olmayanlar bana bütünüyle Y.K. Karaosmanoğlunun yaban romanını çağrıştırıyor..

28 Nisan 2014 Pazartesi

hayvanlar ve çocuklar..

Çocuklar hemen her şeyi ebeveynlerinden öğrenir.. Bilmedikleri bir ortama girdiklerinde, bilmedikleri nesnelerle karşılaştıklarında ilk önce onlara bakarlar ne tepki veriyor diye.. Verilen tepki, çok göstermeden de olsa, fark ettirmeden de sanılsa o duygu paratöneri yaratıkta yönlendirme yaratır.. Hele korku!!! Zaten bilinmedik durumda korkuya programlı sistem, bir de güven duyduğu kişinin korku tepkisi verdiğini görünce anında taklit eder..

Ben hayvanlardan korkan biri değilim. Hatta bazen temkinsiz olduğum bile söylenebilir.. Lakin çocuk işin içinde olunca, insan onun için tepki vermeye başlıyor, kendinden ziyade..

Bizim oğlan da anası gibi hiçbir hayvanı ayırt etmeden atlıyor üstlerine, ki bu durum son zamanlarda beni biraz endişelendirmeye başladı..

Hayvanlardan korkmasını istemem, sevsin tüm varlıkları.. Ama her kedi/köpek de o kadar güvenli değil.. Hele bizimki gibi canhıraş saldırarak sevince.. Seviyor, okşuyor, karşısına geçip konuşuyor.. Hem komik hem de endişelendiriyor insanı..


25 Nisan 2014 Cuma

selfie

Bu sözcüğü ilk duyduğumda fena halde komik gelmişti.. Anlamsız, bencil, yalnız bir sözcük..

Kullanımına sıklıkla şahit olmaya başladıktan sonra ibre sinir bozuculuk seviyesine hızla yaklaşmaya başladı.. Sosyal medya alanlarından hangisini açsam illa  "bu da bizden selfie", "bilmemne selfiesi" gibi ifadelerle karşılaşmaya başladım..

Kimi dalga geçiyordu, kimi ciddiydi.. Kimi de modaya uyuyordu..

15 Nisan 2014 Salı

puslu kıtalar atlası

Türk edebiyatına dönüş projem çerçevesinde tanıştığım bir yeni yazar da İhsan Oktay Anar....

İtiraf edeyim Yedinci Gün'ün çıkışını bu kadar heyacan ve sevinçle takip eden insanlara ve dahi yazara bir nebze kıl kapmış, bir miktar mesafe geliştirmiştim..

Dolayısıyla çok önceden duymuş olmama rağmen okumaktan -kelimenin tam anlamıyla- kaçmıştım...

Nedense bana biraz dinsel gelmişti -ön yargılarımı seveyim :)

Neyse sonunda ısrar ve reklamlara dayanamayıp aldım okudum.. İyi ki de okudum..



11 Nisan 2014 Cuma

klasik müzik

Ulaş'a hamile kalana kadar birkaç filmde rastladığım notalar, arada bir takıldığım kanallar haricinde fazlaca tanışıklığımız yoktu kendileri ile... Yani çok ünlülerin adlarını falan bilirdim ama, şu şunundur demem bile pek olası değildi..

Hamilelikte dinlenen klasik müzik çocuğun zekasını arttırırmış, sakinleştirir-miş ya, pek fazla prim vermesem de edindim birkaç beste ve dinledim.. Öyle sürekli değil ha arada bir aklıma geldikçe, değişiklik olsun diye..

Şimdi şimdi de arada bir dinliyorum.. Aklıma gelirse.. Sevmişim meğer ben de bir nebze..

Öyle müziğin hayatımda çok bir önemi yoktur açıkçası.. Arada dinlerim ama hiçbir zaman kulağında kulaklıkla dolaşan bir tip olmadım.. Sevdiğim şarkılar vardır tabi, sevdiğim türlüler, şarkıcılar falan ama özellikle enstrümental müzik pek bana göre değildir.. Ben daha çok söz insanıyım.. Sözleri anlamlı olacak öncelikle, sözleri ile vuracak.. Müziği sonra gelir.. Olmazsa olmaz değildir benim için...

Hele klasik müzikle ilgili gelişmiş bir zevkim, algım, hatta bilgim yok.. İlk paragrafa bakıp aldanmayın, hala yok :)

Ama bu Vivaldi dört mevsim'in yeri bir başka.. Hamilelik sırasında Ulaş'ın en sevdiği besteciydi Vivaldi.. Vivaldi çalmaya başladığında başlardı tekmeleri.. İşte böyle bir döngü oldu sonunda.. O tekmeledikçe ben dinledim, dinledikçe sevdim, ben sevdikçe o tekmeledi..

Ama hala çok da kayda değer bulmuyorum, çocuğun zekası ve karakteri üzerindeki etkilerini.. O ayrı....

İşte öyle bir çağrışım bu da :)) Hadi hoşçakalın...





öğrenci sorumsuzluğu/bi de öğrenci sorumluluğu?

Bazen sabah okula giderken, içimde bir uçarılık bir uçarılık.. Seke seke yürüyor, sanki dünyada hiçbir şey yokmuş gibi bir umursamazlığa kapılıyorum.. Sanki yeniden 20 yaşındaymışım da, hiçbir sorumluluğum, derdim, tasam yokmuş gibi.. Sanki bedenim hala uykusuz geceleri, yoğun alkolleri kaldırabilirmiş gibi.. Sanki gene okul çıkışı, sinemaya, bara gidecekmişim, bir kahve içmeye çıkıp sabahı bulacakmışım gibi.. Öyle bir yanılsama..

Bir anda suya değiyor ayaklarım.. İş, ev, Ulaş... Sorumluluklar, sorumluluklar, sorumluluklar.. Yapılacaklar, görevler, mecburiyetler.. Keyiflere daracık zamanlarda, kısacık anlar yaratmak.. Bir kahve içmek, iki satır okumak için, otobüs saati beklemek.. Sinemaya aylarca gidememek, barları zaten unutmak..



Ve bedenimin artık pek çok şeye isyan ettiğini hatırlamak.. İki saat az uyumanın gün boyu etkisini hissetmek..

Ve suçluluk... Bugün yeterince oynayamadım çocukla.. TV izledi, parka götürmedim, masal anlatmadım, sabır göstermedim, kızdım, bağırdım, üzdüm..

Yetişmeyen ve biriken işler, yıkanmayan çamaşırlar ve tüm bunların üstüne okumam gereken makaleler, yazmam gereken proposallar..

Yeniden öğrenci olunca, öğrenci sorumsuzluğum geliyor ruhuma.. Öylesine bir yanılsamaya giriyorum.. Kantinde iki saat laklak edip zamanı unutacağım hissine kapılıyorum..

Ama olmuyor tabi.. Hepsi ilüzyon..

Ben öyle keklik gibi seke seke okula giderken, arkamdan kovalayan iş-güç artık iyice daraltıyor zamanı.. İşe yetişmeli, raporlar yazılmalı, ordan koşa koşa eve, Ulaş'a o uyuyunca biraz okuma yapmalı.. Uykuya yeniliyor zira beden, çok da geçe kalmamalı..

Her şeyin üzerine bir de öğrenci sorumluluğu..

Kaşınıyor muyum ne??

9 Nisan 2014 Çarşamba

dünya ağrısı

Yaşamak ağrı yapıyor insanda.. Şöyle içinin derinlerinde, bir yerlerde tam tanımlayamadığın, anlayamadığın, tarif edip çözüm bulamadığın bir ağrı...

Herkesin ağrısı da çözümü de kendine özel.. Kimi duymazdan gelmeyi seçiyor içindeki sesleri, kimi bastırıyor daha yüksek başka seslerle, kimi de yaşıyor her gün artan bir suçlulukla..

Ayfer Tunç'la ilk tanışmam dünya ağrısı.. Türk edebiyatına uzaklaştığım, kendime yer bulamadığım zamanlara denk gelmesi ayrı.. Yeni yazarlarla tanışma sıklığımın arttığı bu dönemlerde, Ayfer Tunç gerçekten kendine ayrı bir yer yarattı.. Dilin zenginliği, sözcüklerin kullanımı, anlatım..



8 Nisan 2014 Salı

ulaşlı

Bu aralar yie her şey üst üste... İş yoğun.. Yazılacak raporlar sıra bekliyor.. Tez de bir şekilde başladı, hale yola koyma çabası, okumalar falan.. Babaannesi izne ayrıldığından ;) annem bakıyor Ulaş'a.. Dolayısı ile akşamlar da sohbet muhabbet.. Yazmaya pek zaman bulamıyorum sözün özü.. Bir büredir unutmayayım diye not aldığım Ulaş marifetleri ile biraz haraketleneyim dedim ben de..

Buyrunnnn.......

Legoları üstüste koyup en yüksek kuleyi yapmaya çalışıyor. önce kareleri dizdi.. sonra eline büyük bir plaka şeklinde olan zemin üste koymaya çalıştı olmadı kızdı alta koyalam dedik koyduk.. sonra dikdörtgenleri bunun üzerine dizdi ve üçgenleri en üste yerleştirmeye başladı.. bu arada bir kare buldu.. ben onu da üste koymasını beklerken.. kaldırdı kulesinin yarısını ve karelerin üzerine kareyi koydu, kalanı tekrar koyup işine devam etti.. ben ağzım açık.. benzerlikleri farklılıkları fark etme, önemseme ve bu yönde davranma ne zaman başladı..


           İstiklalde bir tosbağ :))


4 Nisan 2014 Cuma

iyyyki doğdum...

Buralarda bu zamanlarda böyle bir cümle zor aslında.. İnsanın içi hafakanlar diyarı olurken.. Çocuğuna vermek istediğin değerlerin artık değer olarak kabul edilmediğini, hatta küçümsendiğini görürken..

Ama yetiyor bir gülüş, bir bakış umutlanmaya.. Bi nınınınınınıııı yetiyor iykidoğdunanneye dönüşemese de.. Bir kucak sarılış,

Aslında iyki doğdumdan çok iyiki doğurdum oluyor bu zamanlarda.. Konkulara endişelere rağmen.. Yoksa alıp başını gidesi gelir insanın.. Yoksa baş edilmez dünya ağrısıyla.. Zira dünya ağrısı da yaşlılıkla artıyor, romatizma gibi.. Yaşlandıkça daha bir çok batıyor insana..

Ama olsun.. İyki doğdum yine de.. Gördün mü bak 34 bile oldum.. Kendimi ayağımda spor ayakkabı, k.çımda kot, okul kantininde pineklerken görünce 24ten 1 gıdım fazla hissetmesem de.. Yatağında mışıl mışıl uyuyan tosbağya bakıp, bu benden mi çıktı diye düşensemsem de.. tevvellüt belli.. Hissettiriyor yine de kendini, sırt bel ağrılarının dışında dünya ağrılarında..


                                                                            Annenin mumlarını üfleyen tosbağ
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...