bir sürü haller içinde...

30 Aralık 2014 Salı

bu senenin kitap bilançosu

2014'ün kitap bilançosuna yeni (yada anca mı demeli) keşfettiğim yazarlarla başlamak isterim..

Bunların en birincisi Ayfer Tunç; türk edebiyattan son yıllarda açıkçası oldukça kopmuştum.. Yeni yazarlara önyargıyla yaklaşıyor, eski-yeni yazarları ise fazla tanımıyordum.. Reklam kampanyalarının kendimde gözle görünür etki yarattığı tek olgu Ayfer Tunç'tur belki de.. Canımı sıkan, moralimi bozan bir haber-reklamın ardından, Can yayınlarının kapağını değiştireceği ilk yazar olarak tanıdım Ayfer Tunç'u.. Sonra başka başka yerlerde rastladım kitap eleştirelerine.. Merak ettim.. İşte reklamın amacı ve başarısı :)) Neyse. İlk dünya ağrısını okudum doğal olarak:)) Ve çok etkilendim.. Buyrun yazısı burada.. Her zaman olduğu gibi, beğendiğim bir yazar bulunca bokunu çıkarma alışkanlığımla devam ettim Ayfer Tunç hayallerine.. Kapak kızı, bir deliler evinin yalan yanlış anlatılan kısa tarihi bu senenin Ayfer Tunçları.. Evde bekleyen suzan defter 2015te yer bulacak kendine..

Bir yeni tanıştığım yazar da İhsan Oktay Anar.. Ciddi ciddi fanları olan arkadaşlarıma rağmen osmanlıca dil yapısı nedeniyle pek kıymet vermediğim, anlatılarında bir din fanatikliği olduğunu düşündüğüm İOAya karşı oldukça mesafeli ve önyargılıydım..Evet önyargılarımı yiyeyim.. Çok şey kaçırmışım bu güne kadar içine girmesi zor da olsa öykülerindeki eleştirel ve ironik tarz çok geçmeden beni de etkisi altına aldı.. İlk okuduğum puslu kıtalar atlasının etkisiyle tabiki devamı geldi.. kitabül hiyel ve galiz kahraman'dan sonra yedinci gün de bu senenin listesine girecek gibi.. elimi çabuk tutmam lazım ama.. :))

Yabancı yazarlardan da yeni tanıştıklarım bu yılki listede yer aldı tabi..

Margaret Mazzantini bu yılın keşiflerinden ilk okuduğum sen dünyaya gelmeden'de beni gerçekten etkileyen bir dil ve öykü vardı.. Bu sebeple başka kitaplarını da alıp okudum ama sabah denizi ve sakın kımıldama ile giderek düşen bir okuma keyfi ile beni hayalkırıklığına uğrattı açıkçası..

Hobbit (Tolkien), hayvan çiftliği (Orwell), Satranç (Zweig), Jose Saramago (filin yolculuğu) -burada önce yazarı yazmamın sebebi kitabı değil yazarı ilk defa okumamdandır :)- daha önce okumam gerekip de fırsat bulamayarak ancak yakaladıklarım.. Gülün adı (Umberto Eco) ise daha önce başlayıp latincesinden bunalıp bıraktığım ama artık büyüdüğüme inanarak bu sene bitirmeyi başardığım fazla söze gerek bırakmayan kitaplardan.. Sanırım cesur yeni dünya ve sırça fanus da geç kalınmış güzel kitaplar sınıfında.. Paul Auster (görünmeyen), Milan Kundera (bilmemek) gibi zaten sevdiğim yazarlardan okuma süreci de devam etti bu sene.. Laf aramızda Kundera'nın Var olmanın dayanılmaz hafifliği beni öylesine etkilemişti ki neden başka kitabını okumamışım daha önce bilmiyordum,, Lakin bilmemek ile aynı etkiyi yaratamadığını söylemek üzücü.. Auster ise daha da perçinledi yerini görünmeyen ile..

Seneleeeer önce Boris Vian'ın kızlar farkına varmıyor'unu okumuş ve pek de sevmemiştim.. Bu sene günlerin köpüğü ile listeye girse de öyle 10 numero 5 yıldız değildi benim için.. Ben pek absürt sevmiyorum galiba :((

Hermann Hesse'nin Siddhartha'sını sevince kaplıcada bir konuk'u da okudum ve iki kitapla bu senenin listesine girdi.. Imm kaplıcada bir konuk'u o kadar sevdiğimi söyleyemeyeceğim.. Çok güzel aforizmalar ve cümleler içerse de biraz sıktı açıkçası :(

Heinrich Böll babasız evler ile savaşa çocuklardan açısından yaklaşıp ve pek de güzel anlatmış derdini.. Thomas Mann'ın çılgın kalabalıktan uzakta'sı da nicedir okumak istediğim kitaplardı.. Bu sene başarabildim.. Gayet keyifli geldi.. Ancak Ferzan Özpetek'in İstanbul kırmızısı ve Yekta Kopan'ın aile çay bahçesi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. Benim için pek de etkileyici değillerdi.. Buraya bakıp popülerle olan ilişkimde önyargılı davrandığım sanılmasın ama peri gazozu gibi böyle balonsal, gazozsal bir algı yarattı bu kitaplar bende.. Dilleri basit, öyküler sıradan.. geldi ;(

Eric Faye Nagasaki ile kısa ancak etkili bir öykü yaratmış kanımca.. Böyle fantastik gibi başlayan ancak çok da gerçekçi ve acı biten bir öykü.. Biraz polisiye okuyayım deyip daha önce denenmiş polisiye yazarlarına el attığımda büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı söylesem yalan olmaz. Bir kere Henning Mankell'in ateşin gizi polisiye değildi.. Öykü güzel olsa da dilden mi çeviriden mi bilemediğim bir uzaklık yaşadım.. Tami Hoag ise psikopat ile önceki etkisini yaratamadı.. Sıkılarak ve zorla bitirdiğim ender polisiyelerden oldu..

Bu sene Kosinski okumalarına boyalı kuş ve çelik bilye devam ettim ve ne iyi ettim.. İkisi de öncekiler gibi çarpıcı ve etkileyiciydi..

Bilimkurgudan devam edip en kült bilimkurgulardan biri olan Otostopçunun galaksi defteri'ni okuduktan sonra ise; ne kadar gülüp keyif almış da olsam beklediğimi bulamadım.. Tekar ediyorum galiba ben absürt sevmiyorum :))

Acı çikolata (L. Esquivel) komik, trajik, üzücü, keyifli bir hayat anlatımıydı kanımca.. Ayrıca tarifleri denemek için dayanılmaz bir istek duysam da malzemeleri tamamlayabilmem asla mümkün değildi.. Ayrıca evin falan yanmasını göze alabileceğimi sanmıyorum :)) Küçük şeylerin tanrısı için söyleyecek ekstra bir şeyim yok.. Gerçekten dili ve anlatımıyla beni o kadar etkiledi ki.. Uzun uzun yazdım.. Zorba, rüzgarın gölgesi ve minonun siyah gülü için de söyleyeceklerimi söyledim.. Hepsi bambaşka olsa da ortak noktaları öykünün içine çeken kurgu ve anlatacağını güzel anlatan dilleriydi.. Yaralısın ise bence bambaşka bir romandı.. Şiir tadında ama acıtıcı, yaralayıcı.. Dönemin paranoyasını ve zalimliğini öylesine basit anlatıyordu.. Ağlamadan bitirdiğimi söylemem çok zor.. Yıldırım bölge'den sonra bir de erkek bakışıyla yaklaştık aynı acımasızlığa.. Sırada abim deniz var.. Uzun zamandır kitaplıkta bekliyor ama kendimden korkuma okuyamıyorum..

Pascal Mercier'in Lizbona gece trenini çok sevince (hatta ilk fırsatta lizbona gitme hayalleri kurmaya başlamama neden olacak kadar sevince- size de olur mu bu? bir kitabı çok sevdiğimde geçtiği yerleri çok merak ederim, hemen kalkıp gitmek isterim ben, varolmanın dayanılmaz hafifliğinden beri dünyada en çok görmek istediğim yer prag'tır :) lea ve sahnede ölüm'ü de okudum.. Lea yine iyiydi ama sahnede ölüm için yazdım zaten oldukça büyük bir hayalkırıklığı yaşadım..

Gelelim son iki kitaba.. Emrah Serbes'i severim ve tabiki de yeni kitabını almadan edemedim.. Deliduman'ı Önder bayıla bayıla kahkahalarla okuyunca bir heves de uyandı içimde.. Amaaaa.. Yok bence olmamış.. Gülmedim, etkilenmedim, hatta zaman zaman sıkıldım.. Zorlama geldi anlatım.. Dili yavan geldi.. Yok gezi de kurtaramadı.. Olmadı.. Ama Daha..

Daha Hakan Günday'ın okuduğum ilk kitabı.. Başlarda dilin argo ve küfür içerikli yapısı zorlama mı sorgulaması yaratsa da öykünün içine girdikçe çok da oturdu, cuk da oturdu.. Canım acıyarak, merak ederek okudum.. Çok keyif aldım.. Çok üzüldüm.. Çözümlemeleri ve önermeleri de ayrıca düşündürdü ve hak verdirdi.. Tanımadığım yazarlara olan mesafeli duruşuma bir son vermem gerek artık.. Çok iyiydi.. Başka kitaplarını da okuyacağım en kısa zamanda..

İşte böyle geçti 2014.. Sanat tüketmekle.. üretim??? O sanırım başka yerlerde :))) Güzel kitaplar okudum.. Okudukça büyüdüm, çoğaldım.. Ancak senenin sonunda bir de baktım hayatım kitap, iş, ev, ulaş olmuş.. En yakın arkadaşı kocası olan bir insan oldum.. Üzücü mü?? Bilemedim şimdi.. Ama okumaya devam.. Ancak böyle fazladan yaşabiliyoruz sanki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...