bir sürü haller içinde...

5 Haziran 2014 Perşembe

sen dünyaya gelmeden

Aşk maşk sarmaz dedim ama çok bunaldığım için light ve çantamdaki makaleleri azalttığım için de kalın bir kitap okuyabileceğime hükmettiğim için başlayayım dedim sen dünyaya gelmeden'e..

Kitapların içeriği hakkında fazla okumam okumadan önce, yorumlara falan bakarım sadece o kadar.. İçeriği okuma sürecine kalsın.. Tabi az-çok bilgi sahibi olurum ama az-çok :))

Şöyle üstün körü biliyordum sen dünyaya gelmedeni de işte aşk var, savaş atmosferi var falan.. Light düşündüm her şeye rağmen.. Yani savaşa rağmen..




Ama nedense son zamanlarda beynimi en çok meşgul eden kitaplardan biri oldu. Son günlerdeki uykusuzluk sendromunun da etkisiyle durup durup Diego'ya kızdım.. Kendi kendime kavga ettim.. Gemma'ya sinirlendim falan.. Çok uzun zamandır böyle bütünleşmemiştim bir kitapla.. Kitaptaki karakterleri böyle benimsememiştim.. Üstelik çok iyi kitaplar okudum; etkilese de düşündürse de böylesine çevremden karakterlere dönüşmemişti uzun zamandır roman karakterleri..

Aslında bunun sebebi çok açık.. Kitabın ilk satırlarını okurken, şu an (tüm terrible two arızalarına karşın) boynuma atlayan, yanağını uzatan, başım ağrıyor dediğimde başıma masaj yapıp geçti geçti? diyen bebeğimin büyüyüp de ergenlik canavarı tarafından ele geçirildiğinde nasıl bir uyuz olabileceğini anlatıyordu.. Ve gözümün önüne geliverdi; ergen, sivilceli, dağınık, asi, kavgacı bir Ulaş :)) Allaaamallaaam şeklinde titrememe neden oluverdi ve kitap bir anda beni çekti..

Ama bu kadarla da kalmadı.. Önder'le bizim ilişkimizin başlangıcı biraz karmaşıktır.. Tamam evlenip boşanmalar yoktur ama böyle belirsizlikler, ısrarlar, korkmalar, kaçmalar, hiç olmamış gibi geri dönüşler falan boldur.. İşte Gemma ile Diego da böyle karman çorman başlayınca, Diego ayyynnnı Önder gibi davranınca bi anda kanım kaynayıverdi..

Bir de savaş.. Savaş herhangi bir savaş değildi.. Benim köklerimin geldiği topraklarda yaşanmış, yakından takip edip TV'den izlediğimiz, üniversitede oralardan gelip bu süreci yaşamış insanlarla tanışıp kaynaşıp sohbetler ettiğim bir savaştı..

Evet işte böyle başladım kitaba.. Bir kitap neden etkiler insanı? İnsanı kendine anlattığını için mi? Tanıdıklık, duygudaşlık ne kadar etkili? Tek sebep bu olsa pek çok başka kitap etkilemezdi tabi.. Ama bu kitapla beynin ötesinde, duygularda bir bağ kurdum.. O yüzden uykusuzluktan muzderip olduğum o hafta aklım sürekli bununla meşguldü.. Bir taraftan doğru tahminlerde bulunup bir taraftan da öfkeme engel olamadım.. Kızın kendi yolunda kendi halinde hayatı vardı. Neden çomak soktun sonu bu olacaksa deyip durdum.. Oysa ki yaşamak buydu.. Savaşın orta yerinde bir şaka, aşkın orta yerinde bir uçurum.. söylenmeyen sözlerdi aşk, fazladan söylenenler savaş.. İçim içimi yiye yiye bitirdim kütük gibi kitabı..

Fazla duygudan boğuldum, nefesim daraldı.. Affedemiyorum noeli de ramazan bayramını da beraber yaşayan insanları bu hale düşürenleri.. Algı kapasitemi hayli hayli aşıyor, tavşan avlar gibi insan avlayanlar (gerçi tavşan anlayanları da anlayamıyorum ya), acılarla beslenenler..

Lisedeyken ailece bir oyuna gitmiştik.. Bosna savaşında tecavüzle hamile kalanları anlatan bir oyundu..

Ayyyy neyse!!!! Fazla ayrıntıya girip spoiler vermek istemiyorum.. Bence Margaret Mazzantini çok güzel oturtmuş karakterleri yerlerine, çok güzel analiz etmiş, o karakter onu yapar diyebiliyorsun öykü boyunca.. Kızıyorsun, seviyorsun, bağlanıyorsun.. Yani benim için böyle oldu.. Annelik nedir? Çocuk neden gereklidir? diye soruyorsun kendine.. Aşk nerede başlar, nerede biter? Çaresizlikte mi, vicdan azabında mı?? Yoksa bir kızın yeşil gözlerinde mi?? Önemli mi????

Sen Dünyaya Gelmeden aşk ve savaş, şiddet ve aile sırları üzerine etkileyici bir roman, annelikten mahrum kalmış bir kadın ile vicdanının sesinden kaçamayan bir adamın hikâyesi...

Tıpkı gerçek aşklar gibi, tutkulu ve kusurlu...







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...