bir sürü haller içinde...

30 Aralık 2012 Pazar

Sevdalınız ODTÜ'lüdür


ODTÜ'lü olmak başkadır.

Yok! Tarihinden, kalitesinden, prestijinden, eğitiminden, kültürel ve sosyal yapısından bahsetmeyeceğim...

Hayır! Son dönem popüler gündem değiştirme malzemesi olaylarına da girmeyeceğim!

O müthiş reklam filmi bile değil derdim...

Benim derdim, benim ODTÜ'm... ODTÜ'deki bireysel tarihimdir bu yazının konusu...

29 Aralık 2012 Cumartesi

bilanço 2012


Çoook uzun zaman günlük tuttum.

Okumayı bilmediğimden beri. Oturturdum annemi, yazdırırdım, "sevgili günlük bugün....".

Öğrendim kendim yazdım herallahıngünü. Haftaiçi okul vs falandı da bazı haftasonları "sevgili günlük bugün hiçbir şey yapmadım" şeklinde yazılarım vardı.

Yaptıklarımdan gayri yapmadıklarımı da yazardım yani :)

Zamanla yazma sıklığım azaldı. Haftada bir kaç, ayda birkaç, bir olay olduğunda, ancak her yıl sonu mutlaka "bilanço" çıkardım.

Bazen gecikse de birkaç gün/hafta/ay, her yıl mutlaka çıkardım.

26 Aralık 2012 Çarşamba

sümüklü tosbağ

Geçen hafta sonu idi. Metrobüslere, yorgunluğa, çalışmaya... alşıkın olmayan bünyeM bir miktar nezlemsi süreçlere gark olmuş idi. Dinlenip mandalina, portakal, ıhlamur, bal... toparlarım hemen

                                                                                                                  dedim-di.....

Tabi ki evdeki hesap çarşaya uymadı. Olmadı. Tosbağya da geçti nezle. Burnu tıkandı.  koca bir hafta sonu gece ve gündüz uyku yok hiç birimize :((

Dinlenmek hak getire tabi. Tabi de.. Dinlenmeden iyileşilmiyor ki...

Neyse ki ateş yok. Ulaş'ta da bende de... Ama burunlar felaket :)) Benim beynimin burnumdan çıkmasına ramak kaldı.

Ulaş'a gelirsek çingene çocukları gibi, burnundan ağzına iki uzun yolu var :))


sümüklü tosbağ define peşinde :))


25 Aralık 2012 Salı

7. ay

Ulaş 7. ayını bitirdi.

Artık benim dışımda kaynaklardan da besleniyor, menümüze en son sebze çorbası eklendi. Havuç, patates ve pirinçten oluşan blendır çorbadan oldukça keyif aldı.

Şu an içine eklenmiş brokoli ve zeytinyağı da keyfine keyif katıyor tosbağnın...

Meyve menüsüne kivi de eklendi. Muz kadar olmasa da onu da severek yiyor.
                  

20 Aralık 2012 Perşembe

sosyal medya insanı değilim

Sosyal medya insanı olamadım. Neredeyse  10 yıldır öğrenemedim gitti sosyal medyayı.

Facebook kullanıyorum, twitter'ım var, blog bile yazıyorum ama yok sosyal medya insanı değilim işte. Yapı meselesi galiba bu.

Facebook'ta sadece oyun oynarım desem yalan olmaz. Arkadaşlarıma bile yorum yapmam fazla. Durum güncelleme ise ayda-yılda bir. Ara sıra fotoğraf yüklesem de etiketleme yapmakla uğraşmam fazla.

Twitter'a gelince başkalarının sözlerini yazmaktan, aforizmalardan, hoşlanmıyorum. Kendimi yazı ile ifade etmeyi sevsem de o dar alanda, üstelik samimeyetsiz bulduğum ortamda anlatacaklarım fazla değil.

Fotoğraf çekmeyi de unuturum sıklıkla.

Hatta her yediğini içtiğini çekip paylaşanları anlamakta güçlük çekerim.

Evet her yerde var adım.

17 Aralık 2012 Pazartesi

pazartesi sendromu

10 yıllık çalışma hayatım boyunca öyle ahım şahım "pazartesi sendromu" yaşamadım. Elbette haftasonu öğleden sonralara kadar uyuduktan sonra pazartesi sabah erken kalkmak zorlasa da, sevdiğim işi, sevdiğim şekilde yapmak beni mutlu ediyordu. Sabah kalktıktan sonra keyifle gittim hep işe.

Okulu da hep sevdiğim için öğrenim hayatımda da sorun olmadı "pazartesi"ler.

Tabi eğlenceli haftasonları gibi değildir.

Ya da cuma'nın umutlarını taşımaz.

Pazartesi despot gündür sonuçta. Erken kalkmaya zorlar, çalışmaya zorlar, rejime, düzene, kurallara zorlar.

Ama öğretmen çocuğuyum ben. Kuralcıyımdır. Öyle zoruma gitmez kurallara uymak yani (tek erken kalkmak olmasa :) Sevdiğin bir şeyi huzurla yapacak olmak, işe yaramak, üretmek, yeniden düzene girmek... güzeldir.

Sonuç olarak yaşamadım hiç pazartesi sendromu....

Ta ki bugüne kadar...

6 Aralık 2012 Perşembe

iş başı yaklaştıkça...

"Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda" tadındayım...

Durup durup ağlıyorum, Ulaş'a bakıp ağlıyorum, durup gene ağlıyorum...

Ben ne kendini bilmez, ne ukela, ne şapşalmışım meğer...

Ben ne de bir halt sanarmışım "bağımsızlığı", ne de büyük büyük konuşur, nasıl da hiç bilmezmişim bir gülüşe bağımlı olmayı....

Depresyondayım a dostlarrr....

4 Aralık 2012 Salı

ek gıda serüveni

Efenim malumunuz Ulaş tosbağsı 6 ayını bitirdi. Artık annesinin sütü yetmezmiş, başka şeyler de yemeliymişşşş. (bu arada şair ben çocuğuma yetmiyor muyum sendromu yaşar evvela)

Bu "ek gıda" işi resmen bir macera...

Ulaş'ın yemekle imtihanı isimli soyut çalışma (soyut kısmı daha çok yer ve koltuklarda)


22 Kasım 2012 Perşembe

hamarat mıyım neyim puhahaa

Hamaratlığım tuttu bu ara.

Mutfak da yani, abartı olmasın.

Aslında hep severim yemek (daha çok da tatlı) yapmayı ama bu tosbağ fazla zaman bırakmıyor.


Canım çekiyor nicedir çizkek. Hiç yapmadım şimdiye kadar evde. Aradım taradım netten buldum bi tarif baktım tam istediğim gibi değil başkası ile karıştırdım. Acıkın uydurmasyon ve enfes bi limonlu çizkek oldu. (Valla güzel oldu, sade ben demiyorum bkz. Önder de aynı fikirde)

yarım yıl bittiğinde...


Ulaş'la birlikte yarım yılı devirdik.


1 yılın yarısı çarçabuk geçiverdi. Kah söylendim, kah sinirlendim. Bazen kaşımda duran mucizeye baktıkça gözlerim doldu, bazen susmayan ve uyumayan küçük canavar sinirden ağlamama sebep oldu.


PS: Yüzündeki bıkkın ifade hep foto hep foto der gibi  olsa da sever aslında kameraları tosbağ :))


19 Kasım 2012 Pazartesi

tatlı yiyelim tatlı yaşayalım

Tatlı en sevdiğim şeylerden biridir hayatta.

Hiç atlamam tatlı seanslarını. Hayatım boyunca aldığım tüm kiloların müsebbibidir tatlılar. "Ben sana dayanamaaam" şeklinde bakarım çikolatalı pastalara her daim.

Bir de mum üflemeyi severim çocukluktan beri. Tüm arkadaşlarımın/ kardeşlerimin/ eşin dostun doğum günü fotolarında büzüşmüş dudaklarımla çıkmışımdır.

Velhasıl pasta mumu üfleyip, kutlama yapma fırsatını asla ve kat'a kaçırmam/ kaçırtmam.

Gene öyle oldu. Boru mu afedersiniz çucuğum tammmmm yarım yaşına varmış, ben kutlamayayım da kimler kutlasın a dostlar.

14 Kasım 2012 Çarşamba

çocuk sahibi olmanın....

Noktalı yer pek çok şekilde doldurulabilir.

Örneğin "taaa" diye başlanabilir, gerisi malum.

"en kötü tarafı" denilebilir, bağlanmadan, yorgunluktan, gezme-dolaşma kabiliyetinin azalmasından, kendine zaman ayıramamaktan, kitap okuyamamaktan, ders çalışamamaktan, sevdiğin dizilerin yeni sezonları başlamışken izleyememekten (bkz: fringe), beklediğin filmler gelmişken gidememekten, sefgilinle iki kelam edememekten, yalnız kalamamaktan, vazgeçememekten, geri iade edememekten, karışık duygular içinde debelenmekten, endişe ve paranoyalarda tavan yapmaktan ve bunlar gibi pek çok pek çok sorun sıkıntıdan dem vurulabilir.

Ama bu yazıda noktalı yere "EN GÜZEL TARAFI" kalıbını tercih ediyorum (pozitifim bugün) :)

3 Kasım 2012 Cumartesi

sinemaaaa

Ulaş doğduğundan beri en çok özlediğim şey sinemaya gitmek.

Hayır film izlemek zinhar değil, zira film izliyoruz. Gerek dicitürkten gerekse hariciye "indirdiklerimizden".

İzliyoruz işte film, eski-yeni izliyoruz.

Ama sinema başka, çok başka.

Üniversite yıllarında haftada 3 kere giderdik de 4 olsa hayır demezdim.


30 Ekim 2012 Salı

5 ay bitti yavhu


5 ay da bitti.

Bazen çok daha fazla olmuş gibi geliyor. Meğer ne çabuk büyüyormuş velet dediğin. Oysa daha dün gibi fareden hallice bir yaratığı kucağıma koydukları. Şimdi kucaklardan taşıyor. :))

Ulaş artık fena sosyal bir çocuk. Çevresi ile etkileşimde. Değişiyor, değiştiriyor. Bilinçle.

25 Ekim 2012 Perşembe

İYİ BAYRAMLAR

Bu gün Ulaş ilk Tekirdağ bayramını yaşadı.


Sabah büyük aile kahvaltısı, öğlenden sonra bayram ziyaretleri biraz yorgun düştü.


Zaten benden aldığı virüslerle tıkalı burun sendromu yaşıyor-yaşatıyorken, yorgunluk da tuz biber ekti.


Gerçi fazla sıkıntısı yok tosbağmın, mıkırdanıyor sadece, uyumuyor o kadar.



17 Ekim 2012 Çarşamba

nazara inanmam daaa


Sinir olurum insanların "....'a inanmam daa, var işte" demelerine. Ya inanırsın ya da inanmazsın bir şeye. Hem öyle hem böyle olur mu? Sanki inandığını söyleyememe hali. İnanmaktan utanma durumu. İnanıyorum demeden inandığını itiraf etme, karşısındaki inandırma biçimi.




Nazar bu ...'ların en üst sıralarında gelir. Nazara inanmadan inanan çok fazla insan bulunur bu topraklarda.


13 Ekim 2012 Cumartesi

paranoyaklaştıramadıklarımızdan mısınız?

Lise 1'de idim heralde. Babamla klasik bir baba-ergen tartışması yürütürken "paranoyaklaştın sen" demiştim.

İlk defa duymamıştım sözcüğü ama psikoloji dersi almışım 1 dönem özümsemişim patalojiyi :)

Zavallı babacım nasıl gücenmişti. "babalar biraz paranoyaktır küçük hanım" demişti sitemli.

Aradan geçti 15 yıl. Şimdi anlıyorum onu. Çocuğun olunca anlarsın martavalı pek de o kadar martaval değilmiş.



11 Ekim 2012 Perşembe

bu devirde kime güveneceksin?

Herkes bir şeyler söylüyor. Milletin  ağzı torba değil cidden.

Söyleyen konu komşu, akraba olunca gözardı etmek kolay oluyorsa da söyleyenin adının önünde prof., dr., falan yazarsa, bu kişi koca koca kitaplar yazmışsa sözler kafa karıştırabiliyor.

Hele de her diyen birbiri ile çeliştiğinde..

Aslında psikolojiyi sevme nedenimdir benim bu: tek bir doğru olmaması... Ama işte iş çocuk olunca değişiyormuş.

"Sihirli değnek yok elimizde" kaç kere kurdum bu cümleyi. "Herkese aynen uygulanacak bir reçete yok" kaç kere düşündüm. Şimdi ise oturmuş söyleniyorum kendi kendime yok hepsi ayrı şey söylüyormuş, yok birbirleri ile çelişiyormuş, bıdıbıdıbıdı.

Peki bu şarlatanlar dünyasında hangileri doğru, doğrular içinde hangisi uygulanabilir, hangisi Ulaş için, Elçim için, kime güvenicez?

5 Ekim 2012 Cuma

Kitap kurdu Ulaş

Sonunda buldum. Uzun aramalarım sonuç verdi ve şu yazısız, yumuşak, çeşitli kumaş türlerinden oluşan kitaplardan bulabildim.



Ulaş'ın doğmadan önce ilk sahip olduğu şeydi kitaplar. Dedesi tüyaptan imzalı kitaplar almıştı. Eda teyzesi İrlanda'dan getirmişti oyun kitaplarını. Tabi anne-baba olarak biz de çeşitli masal kitapları almıştık.




Okuyorduk da dikkati dağılıyordu uyku öncesi tosbağnın. Üstelik eline veremiyorduk. Bir kaç kere üzerine kusmuşluğu olsa da kitaplarla teması bundan öteye gidemiyordu.

4 Ekim 2012 Perşembe

palamut

Kaç gündür aklımda, ağız tadıyla bi balık yiyemedik henüz.



Geçen yıllarda olsa haftada 2-3 Samatya'da olurduk, balık-bira misss. Lakin Ulaş tosbağsını yıkayacaz, uyutacaz diye, düzen kuralım diye ve de Önder'in çalışma temposu nedeniyle bir türlü beceremedik bu sene.



Evde de pek sevmem balık yapmayı. Kokar her halükarda. Fırında balıksa tıth aynı tadı vermez.



Geçen yıl işyerindeki televizyonda kanalları gezerken Derya Baykal'ın programına denk gelmiştim. Fırında bir balık tarifi. Zaman geçti. Yazmadım, unuttum tabiki. Ben de hatırladığım kadarıyla uydurdum.


Oldu mu? Bence süper oldu. Önder de aynı kanaatte olduğuna göre, tamamdır bu iş.



2 Ekim 2012 Salı

Ulaş'la evde tek başına

Tatilleri, yazlıkları, anneanne/babaanne'leri bitirdik. Yaklaşık 2 haftadır Ulaş ve ben'iz evde.

O kadar söylendim, kızdım, kırıldım ama destekleri fazlaymış kendilerinin. Meğer Ulaş gündüzleri epey huysuz ve yorucu olabiliyormuş.

Meğer uyumuyor, sürekli mızıklanıyormuş.







Şekil 1-A:
Gözler minnacık, uyku tavan, halen oyna benimle isyanları.
PS: Telefonu görünce susup bakıyor sıpa :)









27 Eylül 2012 Perşembe

Ulaş'ın ilk tatilini

Bir şeyin içinde iken onun hakkında yazmayı fazla sevmiyorum. Bittikten sonra, her şey netleştikten, iyi-kötü ayrıştıktan sonra yazmak daha rahat geliyor.

İşin kötü tarafı fazla fotograf çekmek gibi de bir huyum yok.

Tabi bu "rapor" alışkanlığı, not almadığım konuları çok çabuk unutmama, sadece sonuca odaklanmama neden olabiliyor ama "alışkanlık" işte.

Neyse efem. Biz çekirdek bir aile olarak ilk tatilimizi bitirmiş bulunmaktayız, Ulaş Bey de dünyadaki ilk yazlıksı maceralarını.


17 Eylül 2012 Pazartesi

4 aylık Ulaş

Daha ne kadar devam edecem bilmiyorum bu .. aylık yazılara.




1 yaşına kadar gider heralde- sonra da ..yaşında'lar başlar :))





Neyse Ulaş Bey 4. ayına gelmiş durumda efenim...




Bu ay itibarıyla 6700gr, 63cm.


3 Eylül 2012 Pazartesi

eller ne işe yarar?

Bir, bir buçuk aydır yoğun bir çalışma var Ulaş cephesinde. Tüm hayatı elleri oldu.

Eviriyor, çeviriyor, açıyor, kapıyor. Sağından, solundan, altından, üstünden, mümkün olan her açıdan inceliyor.

Tüm parmakları tek tek açıp kapıyor. Kulağına, burnuna, gözüne sokuyor. Ağzına sokup tadına bakıyor. Yumruk yapıyor, sallıyor, tekrar açıyor, tekrar kapıyor. Yeniden ve yeniden döndürüyor.

En büyük eğlencesi ve en önemli işi elleri. Ne işe yarıyor ki acep bunlar?

29 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir ayrımcının itirafları

"Hayatım bütünüyle Ulaş değil. Başka meşguliyet ve meziyetlerim de var." demiştim bir aralar. Lakin bir de baktım tüm yazılarım Ulaş olmuş. Gerçi şimdilik mazur görülebilir bu durum. :)) Ne de olsa yeniyiz...

Ulaş'lı tatil yazılarına geçmeden önce, Ulaş'tan önce en favori eylemim olan, zamanla yeniden eski formuma kavuşacağıma inandığım "okumak" üzerine düşündüm biraz.

Kumsalda uzanmış kitap okurken ayrımcı olduğumu fark ettim. Evet itiraf ediyorum ben ayrımcıyım. Ayırıyorum kitapları. Bölüyorum parçalıyorum ve buna göre okuyorum. Hiç risk almıyorum bu konuda. Yazlık kitaplar/kışlık kitaplar, kumsal/yolculuk/ev kitapları, otobüs/işyeri/uyku öncesi kitapları, oturma odası/yatak odası/tuvalet :)) kitapları... Hiç acımam ayırırım.

23 Ağustos 2012 Perşembe

bu iş zor yonca..

3 gündür mottom oldu. "Bu iş zor yonca".

Sevgili tosbağmı kastetmiyorum zira kendisi olabilecek en kolay bebek. Her anneye lazım Ulaş. Plaja iniyoruz Ulaş'ı babası ile birlikte çay bahçesine bırakıyorum tüm gün sesleri çıkmıyor. Uyuyor, oynuyor. Acıkmıyor bile. Zorla emziriyorum. Babası? Babası, takılıyor işte :)) Ben? Deniz, güneş, kum, kitap; bahtiyarım modeli...

Allahtan belanı mı istiyorsun derler adama dimi?
Ama işte kazın ayağı öyle değil.

14 Ağustos 2012 Salı

kayıp trimester biterken

Hamileyken hamilelik ve bebek konulu kitap, makale, vs okumamaya karar vermiştim. Büyük ölçüde kararımı uyguladım da sayılır.

Lakin "dervişin fikri neyse zikri de o olur" hesabı, kafam bunlarla meşgul olduğundan bir şekilde gözüme çarpınca okumadan geçemedim.

Bu süreçte fazlaca katılmasam da çok keyifli bir fikir okudum. Dr.Harvey Karp iddia ederler ki bir bebeğin doğum süreci 9 değil 12 ayda tamamlanırmış, yani doğduktan sonraki 3 ay da aslında zavallı bebişlerin anne karnında geçirmeleri gerekirken dünya üzerinde geçirmeye mahkum edildikleri "kayıp dönem- 4. trimester"miş.




6 Ağustos 2012 Pazartesi

ben "anne" insanı değil miyim?

"Anne" insanları vardır. Görür görmez tanırsınız. Çocuğuna aşıktır. Hayatı O'dur. Kendini onunla tanımlar. Sanırsınız ki anne olduğu gün doğmuştur. Ne kariyer, ne kişisel gelişim, ne kendini gerçekleştirme... Hepsi boş, hepsi anlamsızdır. Her şey çocuğudur.

"Anne" insanları vardır. Çocuğunun ne istediğini, neye ihtiyacı olduğunu, nesi olduğunu bir bakışı ile anlar.Gak deyince su, guk deyince yemek verir. Neresinin ağrıdığını, neden ağladığını şıppadanak anlar.

"Anne" insanları vardır. Geniş ve rahattırlar. Çocuğun sorunlarını çözer, yeni sorunlar kurgulamazlar. Kaygılarını yansıtmaz, olmayacak yere kaygılanmazlar.

"Anne" insanları vardır. Acıkmaz, susamaz, uyumaz, yorulmaz.

Hamilelikle, bebeğin rahme inişi ile iner kadına "anne" hali ve kalır ömrünün sonuna dek.

"Anne" insanları vardır, vardır elbette ben değilim galiba.

26 Temmuz 2012 Perşembe

bir ben miyim perişan?

Çok iyi hatırlıyorum. İlkokulun ilk günü idi. Öğretmen kimlerin okuma yazma bildiğini sorduğunda sınıfta birkaç kişi el kaldırdı.

Eve ağlayarak geldim. Okula gitmek istemedim, anne-babamı suçladım falan filan. O inatla okumayı da ilk ben öğrendim.

Zamanla törpülense de hala başarı önemli yer tutar hayatımda.

Maalesef her şeyi de başarı-başarısızlık çizgisinde görürüm. Hamileliğim de böyle geçti. Her ultrason bir SINAVdı benim için, minik gelişmesi benim BAŞARISIZlığımdı.

Şimdiyse durum daha da vahim.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

2 ayın sonunda yada ayrı gayrı

Ulaş hayatımıza gireli 2 aydan uzun bir zaman oldu. Oysa hayatım boyu benimleymiş gibi hissediyorum bazen, bazen de çok yeni çok yabancı...

Ama 2 koca ay geçti işte, yada sadece 2 ay-cık.

İstanbul'da sıcaklarla boğuşmaktan bitkin düşmemiz nedeniyle evin çalışmayan fertleri olarak Ulaş ve ben yazlığa annemlerin yanına geldik.

2. ay kontrolü ve aşıları da buraya kaldı dolayısıyla.

13 Temmuz 2012 Cuma

herkesin bildiği..

Bazı konular vardır sadece uzmanı konuşabilir. Ne bileyim örneğin sokaktaki teyzeler atom fiziği felan konuşmaz heralde. Ama ben şanssızlardanım. Alanım hakkında pek çok kişi ahkam kesebilir. "Hobisi" psikoloji olan insanlar tanıdım örneğin veya kendisine "amatör psikolog" diyenler.

Ama çocuk bakımı ve yetiştirmesi bu konuda tam bir hazine. Herkesin bir bildiği var ve bu kesinlikle en doğrusu. Okuma yazma bilmeyeninden, profesörüne, dil, din, ırk, renk ayrımı gözetmeksizin herkesin ama herkesin söyleyecek bir şeyleri var. Hani sokaktaki kedi köpek dile gelse öyle emzirme diyecek neredeyse.

6 Temmuz 2012 Cuma

Babası 30 Oğlu 50

Hafta sonu Önder'in doğum günüydü. Ulaş yeryüzündeki 50. gününü bitirirken Önder de 30. yaşı ile vedalaşıyordu. Ulaş'la evin dışında uzun partiler için henüz erken olduğunu düşündüğümüzden evde ufak çaplı bir kutlama ile yetinmek zorunda kaldı yeni baba.

Evde Önder'in annesi ile hazırladığımız börek, poğaça ve kısırın yanına eklenen çay ve icetea ile sevgili kocamı ortaokul yıllarına döndürmeyi amaçladık. Bu konuda başarılı olduğumuz söylenemese de 1 haftalık nevaleyi doğrultmuş olduk.

28 Haziran 2012 Perşembe

Uçtu uçtu 40 uçtu

Ayın 20si itibarıyla Ulaş 40ını doldurdu. Tabi bizim ailede adet olduğu üzere kutlamalara öncesinde başlandı, sonrasında durmadı.

İlk kutlama cumartesi Mustafa Amcasının doğum günü vesilesi ile Ulaş'la ilk ev ziyaretimizi yapmamızdı.

Giyindik süslendik, Pınar Teyze ve Mustafa Amcanın evinin yolunu tuttuk. Oyun oynarken her şey yolunda idi ama uykusu geldiğinde işler biraz değişti. Hakkını yemeyeyim gecenin bir bölümünü arka odada uyutmaya çalışarak geçirmeme neden olsa da genel olarak sakin olan Ulaşçım gecenin diğer bölümünde sohbet edip pasta yememe izin verdi. Böylece "çocuğu hayatına entegre et" felsefem ev ziyareti ile de sınanmış oldu.

geceden dört kare Ulaş


19 Haziran 2012 Salı

Şikayetim var

Oldum olası kendi işini kendi yapan, kolay kolay yardım isteyemeyen biri idim. Hamilelik ve doğum sonrası sürecin en sancılı kısmı da bu oldu: bir şeyleri yapamamak. Bazı şeyleri yapmak için birilerine "muhtaç" olmak. Bu biri kocam bile olsa bana "istemek" çok zor geliyordu. Doğumdan sonra da "40 gün" dediler "yap-ma-ya-cak-sın". 40 gün sadece çocuğumla ilgilenecekmişim, ev işi neyin yapmayacakmışım. Benim için bu işleri büyükler yapacaklarmış. İyi hoş. Zaten ilk etapta dikişler sancılar falan izin vermiyordu iş yapmama. Ulaş ağladığında şapşallaşıyordum.


Velhasıl evde birilerinin olması iyi bir şey-di, teoride...

17 Haziran 2012 Pazar

1 ayın ardından

Ulaş'la 1 ayı geride bıraktık. 1 aydır anneyim. Peki 1 ayda neler yaşadık? İşte buyrun efem...

Anneliğin ilk bakışta geleceğini, hemen emzirip, altını alıp, kendimi etkin ve yetkin bulacağımı sanMIyordum tabi ama bu kadar şapşallaşmayı da beklemiyordum açıkçası.

Öncelikle 18 mayıs saat 10 civarında göbeğinin düştüğünü görmemize kadar altını alamadım Ulaş'ın. O yeşil saçma göbek kordonu o kadar rahatsız edici geldi ki altını almak, banyo yaptırmak, temizlemek bir tarafa çocuğa çıplakken bakamadım bile. Freudian bir terapist bunu rahatlıkla ayrılma kökenli addedebilir ama ömrümde ilk defa gördüğüm, taze soğana benzeyen et parçasının rahatsız etmesi çok da şaşırtıcı olmasa gerek.

Zor olacağını biliyordum ama kimse bana bunları anlatmamıştı.

13 Haziran 2012 Çarşamba

Ulaş'ın Öyküsü

Ulaş'ın öyküsü aslında Ulaş'tan çok önce başlar. Milenyumun ilk yıllarında bir bahar. ODTÜde bir kadın oğlu olursa adına Ulaş demeyi geçirir gönlünden.Oysa daha yıllar vardır babası ile tanışmasına.


Tabi geçer yıllar anne baba ile tanışır. Severler birbirlerini ve evlenirler. 2011 yazında kendilerini hayatlarında bir bebek için hazır hissederler ve eylül ayında bir bebekleri olacağını öğrenirler. Meğerse Ulaş da onları bekliyormuş, gel dedikleri anda çıkagelir.


Ulaş'ın macerası da böyle başladı işte... Bebeğim olacağı haberini almak gerçekten tarif edilemeyecek bir duyguydu. Şimdiye kadar hissettiğim her şeyden başka. Mutluluk, korku, heyecan, endişe, panik, aşk.... Ne yapacağımı bilemiyordum.

10 Haziran 2012 Pazar

başlarken

Değil blog yazmak, okumak bile manasız bir eylem, zaman kaybı görünürdü gözüme. İnsanlar beni, hayatımı neden okumak, bilmek istesindi ki.

Sıradan bir hayattı işte. Sabah kalkıp işe gittiğim, akşam eve geldiğim, hafta sonları oraya buraya gittiğim, herkesinkinden çok da farkı olmayan sıradan bir hayat...

Kim bunları okumak isterdi ve ben kimin sıradan, benimki ile üç aşağı beş yukarı aynı olan hayatını okuyacaktım ki?
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...