bir sürü haller içinde...

31 Aralık 2013 Salı

obur tosbağ

Hiçbir zaman iştahsız bir çocuk olmadı Ulaş (şükür ki) zaman zaman cinlerimi tepeme çıkaran yemek saatleri yaşasak da genel olarak yiyen, beğenmese de fazlaca arıza çıkarmayan bir çocuk-tur... Burçlar mevzusuna bi burda inandım, bir boğa olarak nasıl gırtlağına düşkün..

Ama sevdikleri/sevmedikleri, tercihleri, olmasa daha iyi olur'ları var tabi.. İlerde bu olmasa daha iyi olur'ların olmasınnnn'a dönüşmesi konusunda endişeler taşısam da, böyle olmaması için çeşitli taktiksel çalışmalar içindeyim..

Neyse Ulaş'ın favorileri listesinde PİZZA açık ara farkla en üstte..

30 Aralık 2013 Pazartesi

30dan sonra

Böyle her sene sonu bir hüzün çöküyor içime.. Bir pişmanlıklar zinciri kafamın içinde dolanıp duruyor.. Daha önce de demişimdir, yaşlanmak biraz da pişman olmayı öğrenmek bence.. Geçmişe gidip gidip geliyorum.. O kadar fevri, o kadar yoğun, o kadar saçma tepkiler vermişim ki şaşakalıyorum.. hatta utanıyorum kendimden..

Ben 30umdan sonra büyüdüm, 30umdan sonra kendime güvenim geldi, 30umdan sonra adam oldum (ne kadar olduysam artık :) Neyse bu yüzdendir ki hiç 30 yaş sendromu yaşamadım.. çok sevdim 30lu yaşları.. (daha 20sene buralardayım, hiç anlamam)

Neyse ne diyordum.. hıı işte yıl sonu zamanı.. şöyle 3-4 yıl öncesine kadar dönsem böyle saçma bir hüzne tutulmayacağım.. ama yok gidiyorum 10-15 yıl öncesine..

25 Aralık 2013 Çarşamba

Ulaş'tan (yine)

Babamın bir gözü tembelleşmiş. Doktor da demiş ki sağlam olanı kapa, öbürü çalışsın. Babacım da gözlüğe pamuk koyup kapıyor sağlam gözünü.. Neyse bizim tosbağ pamuğu bulmuş. Koşa koşa babama getiriyor ve gözünü gösteriyor ıhhh gözüne koysunmuş..

Sabah gözümü gösterip gösterip göö diyor. Evet annecim göz.. Yine gööö.. Abartısız 5 dakika sürdü bu diyolog..

Koşa koşa odaya girdi bir sevinç ben geldimmmm yani tam olarak değil ama me gediii gibi bir cümle.. nasıl da sevinçli.. sevinicez ya o geldi diye :))

Çok da kibar bu aralar.. Öksürüyor, aklına geldi birden eliyle ağzını kapıyor öhööö numaradan ama.. Ulaaaş şeklinde seslendim ememdi (efendim sanırım)

23 Aralık 2013 Pazartesi

annelik müessesesi...

Çocukluğumda annemin arkadaşları vardı "teyze"dediklerim.. Şimdi bakıyorum da benden belki biraz büyüklerdi, belki şimdiki yaşımda.. Çocuklar bana "abla" diyor hala.. Bu iyi bir şey tabi.. Minibüs şöförünün "öğrenci mi?" demesi kadar..

Hayır minyon tavuklukla alakam yok.. Giyim kuşam hal tavır olarak "abla"yım ben..

Erken evlenmedim aslında.. 28-29 yaşındaydım.. Ama toplumsal olarak evli insan kriterlerini karşılayamadık biz.. Biz sevgiliydik.. Geziyor tozuyor, arkadaş ortamımızda aynen takılıyorduk.. Aile ortamı? bizden bir beklentileri kalmamıştı galiba..

Yok vardır toplumun beklentileri insanlardan.. Yok saymak mümkün değil.. Hele evlilik sorumluluklarını alan kişilerin başka sorumlulukları da almasının beklenmesi kaçınılmazdır.. Evlenince ilk sorudur misalen "yemek yapabiliyor musun?" ayol ben 10 yıl yalnız yaşadım, aç mı kaldım, yaptık yedik işte, bu neyin sorgulaması şimdi.. ama yok illa sorarlar. hem de sözleşmiş gibi, hayattaki en önemli mevzu buymuş gibi, karşılaştığın her akraba, eş, dost sorar bunu.. desem yapamıyorum naapçan sen mi gelcen yemeği yapmaya.. :))

20 Aralık 2013 Cuma

taklitçi tosbağ

Evde bir adet maymun, papağan karışımı besliyoruz bu aralar.. Ne yapsak, ne söylesek aynen tekrarda.. bir de ne halt ettiğinin farkında suratımıza bakıyor, doğru mu, komik mi??? gülün lannnn... :))

Biz -ama özellikle babası- ne yapsa(k), ne söylese(k) yansıtma halinde, bir adet minik ayna dolanıyor ortada. Önder yatıyor mu, yatacak, sandalyede mi, can hıraş tırmanıp o da bir sandalyeye oturacak, yüksek sesle konuşursa bağırma, gülerse yalandan kahkaha atma ise ayrı bir hal...

Geçen gün Önder maç izliyor, tospik de onu taklitte.. Önder gerildi, gitti sandalyeye oturdu.. Ulaş da peşinden önündeki sandalyeye ama yok aynı pozisyon olmuyor.. Çektim sandalyeyi yanına otursun.. Ama hala eksik var.. Önder'in kucağından Ulaş'ın topu totem niyetine.. Durmuyor topunu istiyor, gittim başka top getirdim.. Ohhh tamam ikisinde de top, sandalyede maç izliyorlar.. Bir taraftan da babasına anlatıyor nasıl iyi mi??

Ertesi hafta Önder yine maç izliyor, tospik bir telaş evin içinde dolanıyor, gitti geçen hafta Önder'de olan topu ona verdi, kendinde olanı kendine aldı oturdu yanına maç izlemeye.. :))

14 Aralık 2013 Cumartesi

hırsız var..

Sabah sabah çeşitli hırsızlık vakalarıyla karşı karşıya kaldım değerli okuyucular (var mı gerçekten ya)..

Önce uyanmaya direnirken küpe ve kolyelerimin şangırtısıyla ayılıverdim.. Bizim tosbağ uyanıp bugün ne yaramazlık yapsam diye düşünmüş ve bulduğu ilk yere saldırmış.. Sonuç tekleri kayıp küpeler, birbirine dolanmış kolyeler ve karşımda yüzükleri parmağına geçirmiş bir bücürük.. Güler misin döver misin?? :))

Kahvaltı hazırlamaya çalışırken, yanımdan uzaklaştığını fark ettim topiğin.. Baktım oyuncaklarıyla, asayiş berkemal.. sandımmmm.. Meğer mandalina çalmış dolaptan.. Biraz sonra baktım ses gelmiyor.. Ben seslendim.. Gayet masum geldi elindeki kabukları gösteriyor.. Üst baş mandalina suyu.. -Nerden aldın onu annecim -ıhhh (dolabı gösteriyor) -mandalinası nerde bunun -ıhhh (ağzının içine sokuyor parmağını) yok canım dedim.. Bütün mandalinayı soyup yemiş olamaz.. Gittim odada arandım, arandım.. I-ıhh.. yok yemiş tosbağ sabah sabah bütün mandalinayı.. Kabukları da bir güzel soymuş kii. Önder mi geldi acaba diye düşündüm bir an.. Bir de çöpe atıyor kabukları tertipli çocuğum :))

Bitti mi.. Tabi ki hayır.. Daha öğlen olmadan yaramazlık işlerini epey ilerletti mercimek ağacı..

Kahvaltıyı ettik.. Mama sandalyesinden indirdim gitsin oynasın diye.. Ben de altına serdiğim örtüyü toplamaya çalışıyorum.. Kafamı bir çevireyim de ne göreyim. Beyefendi çıkmış benim henüz kalktığım sandalyeye, elinde kaşık yalana yalana nutella kaşıklıyor.. Ağız burun komple çikolata.. Bir de bağırıyor elinden almaya davranınca.. Öğleden sonra çikolata verme sözünü verdim de nutellayı kurtardım :))

Masanın  üzerinden bitmiş çay bardağımı kafasına dikerek dibini içmesini saymıyorum bile.. Her zamanki işi :))

Daha uykuya yatmadan epey macera yaşadık sözün özü.. Bizim evde kaşla göz arasında beğendiğini, alıp kaçan bir hırsız var.. Duyrulur.. :))

12 Aralık 2013 Perşembe

yılın ilk karı

Üniversiteye hazırlık döneminde dershanede müthiş bir edebiyat hocam vardı..

Onu müthiş yapan defalarca sürülmesiydi MEB'de çalıştığı dönemde belki, belki de sisteme bütünüyle uyamamasıydı (belki ikisi de aynı anlamdaydı) belki evet tanrı beni sonunda yargılayacaktır, hakkıdır, ama benim de sorularım olacak şeklinde konuşabilecek, dershane patronlarına kafa tutabilecek ve yine de pozisyonunu kaybetmeyecek cesaret ve bilgi birikiminde olmasıydı.. ama bence en çok sistemin aslında tam anlamıyla ezberciliğe yonttuğu bir düzenin içindeyken bile onu ve tüm dünyayı sorgulatacak ufuklar açmasıydı biz skor peşindekilerin algı dünyasında..

Ben hep şanslıydım.. Müfredatlara girmeyen pek çok şair ve yazarla daha örgün eğitimin çarkları içine girmeden tanışmış, kaynaşmıştım.. Dolaptan şiir antolojisi kitabını indirir (boyumdan büyüktü ya la) baba hadi çok gözlüklüydüm okuyalım derdim daha okuma bilmezken.. Orta okulda okuma seansına sakıncalı piyade götürmüşlüğüm, ilkokulda ezberden nazım hikmet okumuşluğum vardı.. :))

Ama babamın arşivinden (belki de ilgisinden) kaçan pek çok şairle de yaprak testlerde tanıştım.. Ece Ayhanlar, Edip Canseverler, hatta Cemal Süraya'nın bazı şiirleri gibi..

Yaprak testlerden kopyaladığım şiirleri ve pasajları kaydettiğim bir defterciğim bile vardı..

Ben şanslıydım dedim ya..

Kar yağdığında da aklıma hep bir dize gelir.. Yaprak testlerin sayfaları arasından..

Kar çok şiirseldir.. Kesinn (hatta şansal deyimiyle %100 :)) Ama ilk kar.. işte o resmen epiktir..

Gökyüzünden düşen ilk beyaz taneleri gördüğüm an, içim resmen pırpır olur.. Aşık olmuşum gibi, bir coşku bir şahlanma.. Hele sabah etrafı bembeyaz görmek.. Hayatta beni (mevsimsel anlamda daha mutlu eden bir şey yoktur) ellerim ceplerimde bir şiir mırıldanırım.. Kimindir bilmem (bilmezdim Yaşar'ınmış ya la)

Yılın ilk karı yağıyor/ dışarıdayım/ kaçıncı aşk bu sersefil yaşadığım/ mızrakları saplı durur sırtımda/ yalan değil 13ümde sevdalandığım..

9 Aralık 2013 Pazartesi

kış

En sevdiğim mevsimdir kış.. Kışın her özelliğini severim.. Karı, soğuğu, pusu, sisi, yağmuru.. Kısacık günleri, erkenden kararan havayı.. O yüzden bana dünyada nerde yaşamak istersin deseler ilk aklıma gelen İskandinav ülkeleridir zira.. Sonunda geldi kış..

Ankara'da daha çok severdim kışı.. Ankara'yı da belki bu yüzden daha çok severdim, pek çok şeyin yanında :))-. Ayaza karşı yürüyemeden debelenmeyi, özellikle Odtü'nün korunaklı arazisinde ayaklarının altında kütür kütür ses çıkaran karları (şehrin fışırdayan çamurlu suyuna inat), bembeyaz ağaçları, gece dışarı -vize, final, sunum takmadan- çıkıp kartopu oynamayı, altımızda bir poşetle kaymayı, beşerinin missss gibi çayı ile ısınmayı... nasıl da severdim, nasıl da özledim..

3 Aralık 2013 Salı

Ulaş'tan

Bu ara o kadar macera yaşıyoruz ki Ulaş'la, baktım unutuyorum kayıt altına alayım dedim...

Birlikte ilk defa turta yaptık.. Son zamanlarda mutfaktaki tabureye taktı zaten.. Kaldırdığımda sinirleniyor, nerdeyse bulup tezgahın yanına taşıyıp, üstüne çıkıyor ve ortalığı karıştırıyor.. Baktım olmadı.. Sınırlı izin verdim. Belli yerlere.. Ocağa yaklaşmak yasak!!!! Geçen gün tamam dedim gel beraber turta yapalım.. Karıştırıyoruz, yoğuruyoruz beraber.. Tabi daha çok ağzına atmakla meşgul ama.. Kabın dibini de kaşıkladı, benden gizli, tam oldu.. (Bir de nasıl yalanıyor, şapır şupur :) Büyüdükçe ne kadar çok eğleneceğiz belli ediyor kendini..



Her haltı anlar oldu.. Vücut parçalarını komple öğrenmiş haberim yok.. Diş çıkardığından el sürekli ağzında, baktım tırnaklar uzamış hafiften tıkır tıkır ses geliyor.. Tırnak yemeği fark edecek paniği geliştirdim anında.. Tırnakların çok uzamış Ulaş, gel keselim dedim önce tırnaklarını gösterdi peşinden makasın olduğu çekmeceyi açtı (en üst çekmece olduğundan henüz boyu yetişmiyor ama kısa süre içinde yerlerde bir değişim olacak galiba :) Tırnakları kestikten sonra da ben ellerimi yıkarken makası istedi verdim yerine koy dedim, koşa koşa gidip çekmeceye attı tosbağ..

25 Kasım 2013 Pazartesi

sağlıklı (!?) beslenme

Kendimlen o kadar gurur duyuyorum ki anlatamam.. Yani doğum öncesi kilolarıma indiğim gibi sağlığım da gayet yerinde..

Süpper düpper sağlıklı besleniyorum.. Ana öğünler, ara öğünler.. sebzeler, meyveler.. cevizler, bademler.. süt, yumurta, balık.. pehpehpehhh.. desem de inanma a okuyucu..

O kadar rezalet bir beslenme biçimim var ki nasıl halen hayattayım veyahut nasıl kilomu sabitlemeyi başardım anlamak imkansız.. Üç güne bir kanal kanal dolaşıp diyet listeleri veren tüm diyetisyen insanlarına sormak lazım.. Birbiri ile çelişen tüm yaklaşımlara karşın temel kabullerin ne kadar dışında beslendiğimi nasıl anlatsam bilemedim.. Şu cümle herhalde hayatımın anlamı olur: Tatlı için yaşıyorum& tatlı ile yaşıyorum...

21 Kasım 2013 Perşembe

tam iki dakika

Ulaş tospiğinin ilk dişi biraz geç çıktı ama diğerleri zaman çizgisini izlediler..

Bu ay Ulaş'a çalıştım galiba yazılar konusunda.. 18 ay bitti ya, adamın hayatında çok değişiklik var, tabi bizim de :))

Azılar da bitmekle dişleri 12 yaptı, hatta 13 ve 14'de "eli kulağında", iki parmak yandan yandan ağızda sürekli.. kaşınıp duruyor :))

Dişler çıkmaya başlayıp, katı gıdaların hayatındaki yeri sağlamlaştıkça, Ulaş'ın ağız sağlığı konusunda da titizlenme geliştirmeye başladım.. Önceleri ağzının içini, diş ve damaklarını nemli bir bezle siliyordum... Her gece yatmadan önce "diş fırçalıyorduk" bu şekilde.. Ancak dişler artıp damaklar sertleştikçe (ve açıkçası ısırmalar kuvvetlenip benim sinirlerim üzerime gelmeye başladıkça) gerçek diş fırçasına geçiş konusunu daha sık düşünür oldum..

19 Kasım 2013 Salı

18 ayyyy

Yaaa.. Bu 18 ne güzel sayıdır yavhu.. 18 yaş çok önemlidir insan hayatında malum.. Artık yetişkin olduğumuz, kendi kararlarımızı verebildiğimiz, barlara girebildiimiz ;) yaştır...

Şimdi Ulaş 18 aylık oldu ya, sanki büyümüş geliyor bana.. 2 yaşında desem o kadar gelmiyor mesela.. algısal bir hal işte..

18 aylık oldu yaaa.. Koskoca 18 ay geçti, gitti.. Adam diş çıkardı, yemek yedi, yürüdü koştu etti.. Şimdi bir de konuşmaya debeleniyor..

Bu aralar çok komik.. Sanki benim yazımı bekliyormuş gibi, beni yalancı çıkarmaya niyetlenmiş gibi, ağzımın içine bakıyor söylediğim her sözcüğü tekrarlamaya çalışıyor.. Ama doğru, ama yanlış sesler çıkarıyor..

                                                                               ayakları eksik kalmış :))

15 Kasım 2013 Cuma

okuma aşkına...

Okuma alanım sadece yolculuklarla kısıtlı olunca (evde Ulaş bey pek izin vermiyor, onu yatırdıktan sonra da okumaya pek fırsat kalmıyor zira) yolculuğu uzatabildiğim kadar uzatma eğilimi gösteriyorum..

Bitireyim diye birkaç durak atladığım, dalıp kaçırdığım çok olmuştur misalen...

Hayatımın her dönemi kitap okumak bir yaşam biçimiydi benim için.. Okulda sıra altlarında az okumadım.. 5 dakikayı, boş bulduğum her bankı, hatta yemek aralarını, hep okuma için kullandım.. Uykudan önce okuma saati uzar da uzardı.. El feneriyle battaniye altında okuduğum çok olmuştur :)

Zaman geçip sorumluluklar arttıkça bu okuma mecraları da kısıtlanıyor.. Önce şunu yapayım, peşine şunu yapayım, ay çocukla oynayayım, azıcık internette takılayım.. derken daraldıkça daralıyor özgürlük alanın.. Evet büyük çoğunluğunu kendin yapıyorsun yalan değil.. Oyun oynayacağına, film izleyeceğine oku güzel kardeşim derler adama, ki ben bile diyorum... Doğruya doğruya da bünye başka alanlara da ihtiyaç duyuyor işte..

14 Kasım 2013 Perşembe

konuşma yada konuşmama meseleleri

Ulaş'ın konuşma gelişimi biraz yavaştan ilerliyor sanırsam... Yaşıtlarından geri değil aslında ama ben ileri olmasını bekliyorum belki de.. Artık bazı şeyleri bilinçli söylemesini bekliyorum ama halen "anne" "önder" "anneanne" dışındakiler tesadüfi sanki.. Dede de var ama canı isterse.. Aslında genel olarak konuşma canı isterse niteliğinde... İşaret dili çok daha fazla işine geliyor.. Çağır babayı diyorum el "gel" yapıyor ama görüntü var ses yok, oturacak mısın diyorum el aşağı gidip geliyor ama ıhıhhh hiçbir sözcük eşlik etmiyor işarete..

İstediğini ıhlayarak gösteriyor, su mu dediğimde misalen kafa hararetle sallanıyor hıııı sesine mütakip, yanlış şey gösterdiğimde ufak çaplı bir isyan, yanlış da ısrar edersemse aleni öfke :))

5 Kasım 2013 Salı

çocuk işçi

Bir yerde okumuştum ama çok tınmamışım galiba. Diyor ki: çocuğunuza su getirtmeyin ve su götürmeyin.. Hani bireysellik, özgüven, falan feşmakan vercez ya... İş yaptırma, işini yapma!!!

Yani tabi çocuğunu her işini yapan ebeveyn sonuçta çok ciddi bir problemdir.. Çocuğun tek başına iş yapmayı, sorumluluk almayı öğrenmesini engeller, hep başkalarından beklemesine, çevresel faktörleri bireysel yetersizliklerden daha fazla görmesine, vsvsvs neden olur...

Çocuğuna işini yaptırma da kelimenin tam anlamıyla onu adam yerine koymamaktır.. Kişiliğini, kimliğini, bireyselliğini yok saymaktır.. Büyüklüğünü kullanmak, onu istismar etmektir...

Amaaaaa....

30 Ekim 2013 Çarşamba

ulaşla okuma maceraları

Bu yazının başlığı metaforik anlamda konmadı... Ulaş'la kitap okumak resmen bir macera!...

Doğduğundan beri türlü türlü kitaplar aldık.. Yumuşak kitaplar, kalın kapaklı kitaplar, bol resimli, sürprizli, kuklalı, dıdılı, vıdılı kitaplar, düz masal kitapları... Kendi kitaplarıma o kadar para harcamadım yavhuuuu :))

Ama yok adama kitap okumak tam bir macera.. Hani ben yazıyorum ya kitap saati, okuma zamanı falan, bunu okuyup da Ulaş'a bir yarım saatçik, (geçtim 10 dakikacık) kitap okuduğumuz imajı çıkmasın ortaya... Yok bizim kitap saatimiz birkaç dakika ve bir kaç sayfayı geçmiyor...

Zira Ulaş oturmuyor, okutmuyor.. Kendi yapmak istiyor her şeyi..

24 Ekim 2013 Perşembe

tatil sonrası ve biraz da sinema eleştirisi (hahaha)

Bir uzun bayram tatilini daha bitirmiş bulunmaktayız..

Bayramı ailelerle yaşama isteğimizden bu bayram anneanne/dede ziyaretindeydik.. 1 hafta gönlünce şımardı Ulaş bey.. Biz de bir nebze dinlendik veeee uzuuun süre sonra sinemaya gittik.. Başbaşa sahilde gezdik, barda takılabildik, sabahları uyuyabildik... Kazan-kazan yani :)

Şaka bir yana, çocuğun gelişimde geniş ailelerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Şımarmaları bile bir değer (her ne kadar süreç içinde insanın cinlerini tepelere taşısa da, geçiyor eve gelince :) Bizim de bir es'e ihtiyacımız oluyor arada bir.. Sabahın 8'inden akşamın 10'una kadar mesai yapmadan, çocuğun aç mı tok mu, üşümüş mü, terlemiş mi olduğunu düşünmeden huzurla bir sabah uykusuna, bir sinema salonu kokusuna, dumanı, soğuğu dert etmeden iki biraya.. Onun huzurlu ve mutlu olduğunu bilerek..

Neyse neneler dedeler önemlidir azizim :)) Hele de işin ucunda sinema varsa :))

8 Ekim 2013 Salı

anne babaları fazla da ciddiye almamak lazım

Tam Fang ailesini bitirmişim, criminal minds'ın son bölümünü izliyorum.. Anaaa Philip Larkin'in this be the verse şirine rast geldim.. Şiire bayılmanın yanında cehaletime de yandım. Bugüne kadar neden görmemişim bu şiiri ben.. Şöyle diyor Selahattin Özpalabıyıklar'ın çeviriyle ilk kıtada Larkin:

ağzına sıçarlar senin, annenle baban
niyetleri bu olmayabilir, ama sıçarlar.
hatalarıyla doldururlar seni, fazladan
bir kaç da sana has ilave yaparlar.

Hani Nazım diyor ya "ben babamdan ileri, çocuğumdan geriyim" diye.. Aynı hesap Larkin'de tersine işliyor. Ben ailemin hatalarını devralıyorum, üzerine bir kaç tane daha ekleyip çocuklarıma aktarıyorum.. Aynı şekilde onlar da.. Böyle böyle devam edip duruyor.. Zaten son dizede diyor Larkin çocuk yapma!!!!

Neyse yaptık bir kere.. Artık dönüşü yok :))





Aslında Fang ailesinde de Larkin'le aynı mantık var.. Sanat'ı, aileyi, önemli'yi sorgulatıyor insana.. Bencilliği, anne baba olmayı ama en çok da aile bütünlüğünü düşündürüyor.

4 Ekim 2013 Cuma

atmaaaaaaa

Bu yazıyı yazmayı erteledikçe erteliyorum (sebebi yazının ilerleyen bölümünde anlaşılacaktır ey okuyucu). Resmen kaçmaya çalışıyorum. İçimde ideal benlik ile realite çarpışıp duruyor. Ama artık kaçmamaya, yüzleşmeye karar verdim..

Ben böyle ukela ukela şöyle yapmalı, böyle yapmalı diye atıp tutuyorum ya..Tam doktorun dediğini yap yaptığını yapma olayı. Çocuklar açlıktan ölmez, ağlayarak ölen çocuk litaratürde yok gibi söylemlerim de olmuştur zaman zaman. Ama kazın ayağı öyle değil tabi.. Her gün çuvallıyorum bu annelik işinde ben.. Yemediği zaman üzerime alınıyorum, ağladığında öfkeleniyorum..


Bu ayın (yada son zamanların) sorunu ise şiddet!!!

Atma, vurma, ısırma, itme hepsi mevcut.. Ama özellikle ATMA!!!! Sinirler geriliyor, sesler yükseliyor, bir kaos bir kargaşa...

26 Eylül 2013 Perşembe

eğitici oyuncaklar..

Olay kedinin uzanamadığı ciğerle uğraşması olayı değil.. Valla değil, billa değil..

Ama şu eğitici oyuncaklarla fena halde uğraşasım var.. İnceliyorum, araştırıyorum, dünya para verip alıyorum.. Eve geliyoruz, oyuncakçıda kasaya vermek için bile elinden zorla aldığım oyuncağın yüzüne bakılmıyor.. Evet bu sebeple kendilerine fena halde gıcığım.

Ama işin gerçeği, çoğunlukla gürültülü ışıklı olan bu aletlerle hem daha az rahatsız edici hem de daha ucuz olacak şekilde aynı işlevi gören şeyler var. Aslında bazen para tuzağı olduklarını da düşünüyorum. Bazen de neyi eğittikleri tam olarak belli olmuyor.


Aslında oyuncağın kendisi, herhangi bir oyuncak, başlı başına eğitici bir şeydir. Çocuğun dünyayı algılayış biçimine pratik yapmasına fırsat verir. Çocuk zaten ona kendi işlevi dışında bir işlev verecektir. Eğitici oyuncakların bu buraya bu girecek, bununla bu yapılacak tavrı sinir bozucu geliyor bana.. Bu kadar katı kalıplara sokmak ne kadar doğru bilmiyorum. Biraz da momo etkisi galiba :))

19 Eylül 2013 Perşembe

16. ay sonunda

Ulaş'ın hayattaki 16. ayı da bitti. gene 2 aydır aylık gelişim yazmıyorum ancak gelişimine dair pek çok şeyi kayda geçiyorum..


Ulaş'ın bu ay en önemli fiziksel işi diş çıkarmak.. adamın ağzında toplam 4 diş varken son 1,5 ayda azıları da çıkarmakta ve toplam diş sayısı 9-10'u buldu. Hal böyleyken gülerken ağzından sular fışkırtmak, har bulduğunu hırsla ağzına sokup dişleri kaşımak farz oldu. Şükür ateş yok ama huysuzluk ve ishal iş başında.. Ben dişlere yorduğumdan ishali fazla dert etmedim de doktoru gene de tahlil yapalım deyince gerek yok diyemedim. Neyse ki tahlil sonuçları temiz..

Tahlili verme işlemi de tam bir tabakhaneye yetişme macerası oldu. Nasıl alındığını bilmediğimden sabahki kakasını atmış, öyle gitmiştim doktora.. Gerçi arada bir kaka daha yapmasını bekliyordum ama günde 6 kere mıçan oğlum o gün yapmamaya karar verdi..

17 Eylül 2013 Salı

uyuşma

Önder'le birbirimize neredeyse hiç benzemeyiz :))

Nasıl oldu bir araya geldik, nasıl evlendik valla bilmiyorum... Ulaş'tan önce ne yapardık hatırlamıyorum :))

Tamam biraz abartıyorum ama...

Ben gezmeyi severim o evde oturmayı, o insan canlısıdır ben soğuk nevale :)), ben hırslıyımdır o kanaatkar, ben sinema severim o tiyato, ben yabancı dizi severim o sevmez :) vsvsvs...

İkimiz de kitap okumayı çok severiz ama kesinlikle birbirimizin kitapları ile ilgilenmeyiz :))

Önder (bana göre) yüksek entellektüel zevklerle, düşük zeka düzeyi (hadi öyle demeyelim de fazlaca düşünme gerektirmeyen) tarzlar arasında gider gelir.. Ben daha ortacıyım..

Neyse işte bir türlü uyuşamayız Önder'le kitaplar konusunda.. Ben kitap alırken ona sorarım var mı bir istediği diye o bana.. ama birbirimizin seçimlerini enderen okuruz.. (en son zorla le guin verdim eline, o kadar hızlı okuyan adam 3 haftadır bitiremedi- hem de mülksüzleri)






Bir gün eve bir geldi elinde Momo.. İnanamadım.. Alıncaklar listemin en üstündeki kitap.. Aaaaaaa??

10 Eylül 2013 Salı

uyuma alışkanlığı

Ulaş doğduğundan beri fazlaca sorunlu bir çocuk değildi.. Öyle ahım şahım uykusuz gecelerim olmadı desem yeridir. Tek sıkıntısı uykuya dalma süreci idi. İnanılmaz ağlar, bağırır, çağırır, tüm mahalleyi başıma toplardı.

Bakınız, bakınız ve bakınız.. Tüm bu süreçte de geniş aile fertleri ve konu komşunun muhalefetine karşı koyarak biraz kendi bildiğim biraz hogg ablanın yardımları ile bu sorunu 3-4 ay içinde hallettik. Benim de Ulaş'ın uyku sinyallerini fark etmediğimi, çok fazla yorgun ve uyarılmış bir halde uyutmaya çalıştığımı anladım. Neyse evimize komple geçip, geniş ailelerden bağımsız yerleşik hayata geçtikten sonra bu sorun da çözüldü. Büyük oranda yatağına koyduğumda sallamadan, ağlamadan, pışpışlamadan uyur hale geldi Ulaş tospiğim..




Ama bir eksik vardı.. Ben yanında olmazsam önceleri ağlar, becerileri arttıkça ayağa fırlayıp bağırır, seslenir haldeydi Ulaş.. Öyle haydi bakalım iyi geceler deyip gidemiyordum yanından peşimden miyavlayıp duruyordu. Eksik biraz da bendeydi özellikle işe başladıktan sonra zaten tüm gün ayrıyız düşüncesiyle yanından ayrılmak istemiyor, terk ediyormuşum psikolojisiyle suçluluk hissediyordum.

9 Eylül 2013 Pazartesi

çocukla tatil için ipuçları (pehpehpeh:)

Tamam çok ukela bir başlık oldu :)))
Hadi ordan leynn derler adama.. Daha 16 aydır annesin, çocukla 1 hafta tatile gittin de ne gördün derler.. Derler tabi....

Ama işte vatana millete az biraz faydam olur, belki bir okuyan faydalanan olur umudu ile ukela etiketini de kabullenerek bu yazıyı yazma cüretini buldum kendimde :))

Şöyle diyelim de şu sevimsiz sıfattan azıcık da olsa yırtayım: Efenim okuyacaklarınız oğlusu ile henüz sadece 1 defa tatil yapabilmiş (yazlık atraksiyonlarını bu statüye sokmuyorum) 16 aydır anne olan bir insan evladına aittir.

Evet bu uyarıdan sonra başlayalım naçizane gözlem ve önerilerime....


Sayısalcı bir eğitimden geçmiş olsam numaralandırır, görsellendirir artistik bir hava katardım ama süzme sözelci olduğumdan artık bu şekilde idare edeceksiniz...

Bakalıııımmm..

6 Eylül 2013 Cuma

hasetttttt

Kitap okurken öykünün içine girmenin ötesinde içimde bambaşka duygular, kafamda bambaşka düşünceler çağıldamaya başlıyor.

Bazı film ve dizelerde de oluyor ama en çok kitaplarda..

Belki geçmişte denemişliğim, az biraz ucundan bulaşmışlığım olduğundan...


resim alakasız sevgili kocamın sürprizi:))

5 Eylül 2013 Perşembe

sahilde kafka




Kafka Tamura on beş yaşına girdiği gün evden kaçar. Uzun zamandır planladığı bu kaçışın nedeni babasının yıllar önce dile getirdiği uğursuz kehanettir. Ama babasının bir "düzenek" gibi içine yerleştirdiği kehanet gölge gibipeşindedir... Kafka ilk kez aşkı ve tutkuyu yaşarken gizemli bir cinayetle kehanetin ve kaderinin düğümleri çözülmeye başlar.









Aslında hiç şekilci bi tarafım yoktur, hatta şekilcilikten özellikle nefret ederim lakin bu kitabı sahille bir özdeşleştirdim ki anlatamam. Başlamış bulunduğum Momo'yu bile evde bırakarak tatile Haruki amcayı almaya karar verdim (açıkçası Önder'in sen onu 2 günde bitirir sonra sıkıntıdan patlarsın söylemi de etkili olmadı değil :)

Haruki amca her zamaki gibiydi metaforik, simgesel, sürreal :))

Gene psikoloji, felsefe, edebiyat ve müzik içiçe.. Rüyalar ve gerçekler bir arada.. Karakterler uç noktalarda...

-Dikkat yazının bundan sonrası spoiler içerebilir!!!!-

4 Eylül 2013 Çarşamba

bodrum bodrum


Ailece ilk tatilimiz olacaktı. Sadece üçümüzün 7/24 birlikte olacağı tam bir hafta. Ulaş'ı postalayıp kendimize "özel" zaman ayırabileceğimiz bir anneanne/babaanne tampon bölgesi olmayacaktı. Koca kış çalışmıştık, dinlenmek hakkımızdı. Yoksa Ulaş'ı bırakıp mı kaçmalıydı?? Ama hayır!!!!

Ben Ulaş'ı hayatımıza düşündüğümüzden beri, daha doğrusu hayatımıza bir çocuk düşünmeye başladımızdan beri bir teori geliştirmekteydim... Belki de bir hayal :)) ÇOCUĞU HAYATINA ENTEGRE ET!!!

2 Eylül 2013 Pazartesi

da vinci's demons- da vincinin şeytanları

Fringe bittiğinden beri game of thrones ve criminal minds yanına eski bölümleri olan bir dizi arayışındaydım..

Öneri yine sevgili kardeşimden geldi. Fırsatını bulduğum ilk anda (tabiki yine fenerbahçe maçı, ya kovulmayalar iyiydi uefadan daha çok zaman bulurdum izlemeye :) başladım izlemeye...


Da Vinci'nin gençlik yıllarını anlatıyor. Tabi bir sürü gizem, macera, aksiyon ile.. Müzikler ayrı bir şahane, baş roldeki Tom Riley ayrı. Üstelik yakışıklı, süper düper zeki bir adam.. Şeytanlık, entrika ve gizem.. Öykü sürükleyici. Gerçi tabiki de dini öğeler ağırlıklı ama.. Hayır hristiyanlığı tam bilmeyince sanki bazı nüanslar kaçıyor gibi geliyor. Belki de yanılıyorum..

31 Ağustos 2013 Cumartesi

patlıcan sallama

Patlıcanı çok severim.. Ama hiç bir yemeğini birbirinden ayırt edemem.. İmam bayıldı hangisi, oturtma hangisi bilmem. Bir karnıyarığı tanıyorum görünce..

Hal böyle olunca yaptığım yemeğin de ne olduğunu tam bilemiyorum.. Oturtma bozması mı, imam bayıldı mı? Yoksa fazla da bozmadım mı?? :)) Acaba??

Neyse evde ne varsa, Allah ne verdiyse patlıcanımızın önce etini haşladım.. Sonra soğan ve sarımsak ile bir tavada az yağla etleri soteledim. Karışımın içine sırasıyla kırmızı ve yeşil biber, salça, taze soğan, maydanoz, dereotu ve domates koydum. Dedim karabibersiz patlıcan olmaz onu da bocaladım. Tabi az tuz da ekledim.

Yuvarlak dilimlediğim patlıcanların kara suyunu tuzlu suyla çıkardıktan sonra dibine az yağ kızdırdığım tencereye bir sıra dizdim. Bunların üzerine etli malzemeyi, ardından bir sıra daha patlıcan ve üstüne malzeme biraz da su ekleyip kısık ateşte pişirdiiiiim..

Oldu mu?? Nefis oldu valla..

29 Ağustos 2013 Perşembe

yenilenme

Sonunda...

6 ay sonra sonunda kuaföre gidebildim...

Kadın anne olduktan sonra kendine bakmıyor, özen göstermiyor muşdamuşmuş... Gel arkadaş sen git kuaföre.. 1 saat yalnız kaldılar 8 kere aradılar.. Şurdayız da şöyle mi yapalım böyle mi, vıdıvıdıvıdı... Üstelik bu arada onlar da berbere gitti baba oğul Ulaş'ın terden enseye yapışan saçlarına biraz şekil verdiler..

Tamam hiç mi hiç kuaför kadını olamadım.. Zaten sevmem iki saat saçma muhabbetlerle uğraş falan alırım kitabımı okurum onlar takılsın kafamda ben sonuca bakarım.. Ama orada oturmak bile zor gelir popo kaslarıma :)) Ama yani artık isyandaydaydı her saç telim..

Tatil bitmiş, saçların rengi sarıya meyletmiş, evin her hani dökülen saçlarım, rezil paspal bir haldeyim.. Yenilenmek değişmek lazım.. Sonunda aldım Ulaş'ı da gittim kuaföre Önder'in iş çıkışına yakın saatte.. Zaten arabasında durmaz, her yere atlar neyse geldi aldı babası da 6 ay sonra kendimi yeniden değişmiş hissettim..

Uzuuuun süredir bu kadar kısa olmamıştı saçlarım değişiklik oldu. Bir de oturduğum koltuğu indirmeye çalışan kuaför beyin kuş gibi hafifsiniz inmiyor koltuk söylemi bonusu oldu :))

Neyse yenilenmiş bir halde hazırım sonbahara... E hadi ama..

Bu arada bu ne sıcak beaaaa :)))

28 Ağustos 2013 Çarşamba

yeni bir dil

Ulaş yeni bir dil geliştirdi.

Tamamen kendi familyasına özgü, kuralı, istisnası, grameri yok!!

Kafasına göre :))

İletişim konusunda çıldırıyor ve kendini yeteri kadar anlatamıyor ya tosbağ. Sonunda isyan etti.. Ben sizin gibi konuşamıyorsam siz beni anlayacaksınız diyor..

Aramızdaki diyaloglar tam ingiliz-fransız diyaloğuna döndü. Ya da benim ingilizce soru soran hocama ısrarla türkçe cevap verme inadıma..


6 Ağustos 2013 Salı

tatil hazırlıkları

Hiiiç alışkanlığım değildir. Hayatımın hiçbir anında herhangi bir listem olmadı... Spontane gelişir genelde.. Ama kısa süre öncesine kadar, bir yerde bir şey unutmuşluğum, gerekli bir şeyi almamışlığım olmamıştı.. Uykusuzluk, sarhoşluk, yorgunluk hiçbir hal içinde bir kibrit çöpümü unutmadım (malım kıymetlidir puhaha)



Velakin bu Ulaş tosbağsı hayatımıza girdiğinden beri beynimin bir lobunun süreklli onunla meşgul olmasından mı, tam her şey kontrol altındayken bir anda zıvanadan çıkmasından mı, hamilelik beyninin etkisiyle zeka düzeyimde kalıcı bir hasar oluşmasından mı, yoksa her şey hazır kapıdan çıkacak an üstünü kirletmesi, altına yapması vs gibi bir durumdan geri dönmek zorunda kalmamdan mı bilemeyeceğim bir sebepten sürekli bir yerlerde bir şeyler unutur oldum :((

4 Ağustos 2013 Pazar

frankfurt yolcusu




Dışişleri mensubu Sir Stafford Nye Uzakdoğudaki görevinden dönerken Frankfurt Havaalanında garip bir durumla karşılaşır. Yanına yaklaşan bir kadın ilginç bir istekte bulunur. Peşindeki katilleri atlatmak için Sir Staffordun yolculukta giydiği pelerini ve pasaportunu ödünç almak ister. Ona yardım etmeyi kabul eden Stafford heyecanlı bir maceranın içine sürüklenir...










Kitabı açar açmaz bir koku doldu içime.. Böyle kütüphanenin küflü saman kağıt kokusu gibi, rutubet kokusu gibi bişey...

Oysa yepisyeni aldığım bir kitaptı.. ama yanlış hatırlamıyorsam kokuların kodlanmadan direk depolanma halinden geliyor bu çağrışım.. Hani bir koku duyarsınız da bir insan, bir an, bir olay gelir ya aklınıza işte bundan sebep..


30 Temmuz 2013 Salı

ev kazaları

      Ulaş çok meşgul isimli çalışma


Anne adayının karnında bebekle beraber bir şey daha büyür: ENDİŞE!!!!

Nerede okudum/duydum hatırlamıyorum... Ama kesinlikle doğru bir cümle.. Ve bu endişe günden güne azalmıyor artıyor.. Çocukla beraber büyüyor da büyüyor...

Ulaş mobiliteye geçtiğinden beri evde alınması imkanlar dahilinde olan tüm güvenlik önlemlerini aldık.. Mesleki deformasyon dolayısıyla fazlasıyla endişeli idim.. Eve telefon edip camı kilitlediniz mi diye soracak kadar.. Ama bir o kadar da rahat davranmaya çalışıyorum Ulaş'a hareket alanı bırakmak adına.. Biraz geride durmaya önlemi önceden alıp onu o çerçevede rahat bırakmaya çalışıyorum.. Ama babam hep der kardeşim için gözümün önünde yumuşacık düştü de kırdı kolunu diye.. İşte öyle bir şey sen elinden geleni yap gene Allah koruyor bu çocuk cinsini...

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Ulaş bu ara.... #2

...çok komikkkk...

Evet bizim oğlan günden güne komik bir şekil alıyor. Bu iletişim işi onu çok eğlendiriyor galiba... Ben de eğleniyorum o zaman sorun ne???

Sorun iletişimin her zaman net ve anlaşılır olmaması.. Sorun Ulaş'ın kendini yeterince ifade edemediğinin farkında olması ve bommmm öfke patlamaları...

Terrible two erken mi başladı ne?? Şimdi çocuklar hormonlardan erken ergenliğe giriyor ya bu da erkene geldi galiba.. Adam tam bir isyan makinesi oldu...



    Burda da fotoğraf çektirmeme kararı aldı. Benden kaçıp durdu. En son yakayabildiğim şekli bu :)

23 Temmuz 2013 Salı

klasikler

Hayatta klasik sevdiğim yegane alan kitaplar heralde..

Uzun süredir "klasik" statüsünde kitaplar okumamıştım. Hepsini okudum zaten ukalalığı değildi belki ama yeni o kadar okunacak kitap vardı ki, sıra gelmiyordu okunmayan klasiklere..

Neyse son okuduğum birkaç kitapta sıklıkla duyunca merak ettim hiç okumadığım Henry James'i.. İndirimde görünce de aldım. İnce de işe kolay taşınıyor..


20 Temmuz 2013 Cumartesi

park maceraları

Bizim oğlanın park maceraları son aylarda her gün gitmemizle birlikte tam olay oldu..

Önceleri salıncağı fazla sevmeyen çocuk tam bir salıncak delisi kesildi.. Önce kaydırağa götürüyorum hep azıcık enerji harcasın tırmansın falan diye, lakin yürümeye başladığından beri patt yolunu değiştiriveriyor. Doğru salıncaklara.. Bir de öğrendi ki bağırırsa büyük çocuklar iner yer verir. Daha giderken bağırmaya başlıyor. Ama inene teşekkür edecek kadar kibar oğlum. Öpücük muckkk :))

Koşan çocukları mutlaka kovalıyor, kendi badi bacaklarına bakmadan. Yakalayınca da sarılıveriyor, bazen çocukların ağır direnişiyle karşılaşsa da asla yılmıyor.

Çok sosyal, çok aktif ve çok eğleniyor.. Hatta oyuncaklardan çok çocuklar ve insanlar ilgisini çekiyor.


19 Temmuz 2013 Cuma

iletişim zamanı :))

Artık Ulaş'la iyiden iyiye iletişmeye başladık.. Fena halde eğlenceli.. Bazen ezberlenmiş gibi gelse de komik mi komik :))

Geçen gün gündüz fazla uyumamış.. Doktora falan gittik dönüşte arabada iyice uyku bastırdı oğlanı, eve gelelim emzirip uyuturum dedim. Geldik daha emerken uyumaya başladı.. O sırada telefon Önder.. Bizimkinin uykusu açıldı. Telefonu kapadım, salladım falan ama yok tekrar uyumayacak açıldı uyku tamamen yatakta oyun oynuyor zıplıyor. Ben de tabi hiç suçu olmasa da Önder'e saydırıyorum. Çocuğun yanında babasına küfür etmemek için de babanın... diye başladığım cümleyi kulaklarını çekecem diye tamamladım.

Ulaş'ın suratında bir sırıtış eller hop kulaklara..:)) Kulaklarını gösteriyor bana.. Ben tabi koptum. Evet annecim kulak orada :))

Kaç yaşındasın'ın cevabı otomatik olarak kalkan bir işaret parmağı ve bazen biii sesi olduğundan her kaç'ın ardından da işaret parmağı geliyor..

17 Temmuz 2013 Çarşamba

14. ay

Eveeeeet.. Bizim tospik 14. ayını da bitirdi...

13. ayı yazmadım... Hem kontrole götürmedim, hem de haziran etkisi yazmamı engelledi..

Doğduğundan beri ilk defa geçen ay kontrole gitmedi Ulaş.. İçim öööle çok bi rahat olmasa da, artık yeter her ay kontrolü, 1 yaşını geçti, gelişimi sağlığı yerinde, az bi sakin dur dedim kendime :))

Önce fiziksel gelişimden başlayalım 14. ay özetine:

Boy: 79 cm
Kilo:10,5
kafa: 45,8

Halen kafa küçük. Ama artık dert etmiyorum, küçük kafalı bizim oğlan da ne yapalım. Böyle de yakışıklı :)

12 Temmuz 2013 Cuma

tarih tekerrür mü???

Ben bilmem.. Bilmek görmek nasip olmadı.. Tevellüt yetmiyor ama çok duydum, çok okudum, çok dinledim o günleri...

Hep anlatırlar...

Önce çocuk saflığında demokratik taleplerdi bir araya getirn gençleri.. Umutla inançla ve anladığım kadarıyla safça...

Önce polis şiddeti başladı bu taleplere.. Anayasa delim delim delindi.. Gencecik insanlar işkence ve şiddete maruz bırakıldı...

8 Temmuz 2013 Pazartesi

adım poğoçası

Ulaş tospiği sonunda tüm cesaretini toplayarak yürümeye karar verdi. Desteksiz... Bir yere tutunmadan ve birinin elini tutmadan.. Tamamen yalnız ve bağımsız olarak yürümenin kudurmak için çok daha kolay bir araç olduğunu fark etti ve önce bir kaç adım derken 13 ay 9 günlük iken tam bağımsız adımları arttırarak, 13,5 ay civarı artık yürüme hatta koşma mertebesine erişti.

Bir haftalık Altınoluk dönemi bu yürüme macerasına hız ve cesaret kattı. Çimlerin ve kumların üzerinde düştükçe, düşmenin o kadar da kötü bir şey olmadığını fark etti tosbağ.. Sonra kuduzluk peşinde koştururken düşse de betonsal zeminlere acelesi vadı yakalamadan denize ulaşmalıydı (hiç başaramasa da umut fakirin ekmeği)

Anası da her zaman olduğu gibi bir ritüeli daha gerçekleştirmek, geleneklere bağlı (puhaha) yapısını muhafaza etmek için Tekirdağ'a gittikleri 6-7 temmuz haftasonunu adım poğoçası (bu sözcüğün yazımı her zaman kabusum olmuştur) için fırsata dönüştürdü.

4 Temmuz 2013 Perşembe

sokak kedisi bob

Kedi ve kitap bir arada olunca ve bu kadar çok duyunca ve bir de tam alışverişin sonunda öneriyi fark edince kaçırmamam gerektiğini düşündüm, hele bir de kapaktan bana bakan hayyam (bir süre birlikte yaşadığım sevgili yaramaz kedicik) benzeri sarı tekiri görünce .. Pat atıverdim sepete..

Kitaplar ilk olarak Ulaş Bey'in denetiminden geçtikten sonra eve kabul edildiler..

3 Temmuz 2013 Çarşamba

tatil, uçak, nişan, vs...

Ne çok şey oldu... Ve ben ne çok şey yazamadım....

Oysa neler neler vardı kafamda....

Oğlum arkadaş doğumgünüsülerine gitti...

Memlekette direniş aldı yürüdü :)

Aaaa sonunda Ulaş da yürüdü...

Okuduklarım vardı, beğendiklerim, beğenmediklerim... Önder'in doğum günü vardı... mübarek üç aylarımızın sonu :)

ama yetişemedim işte...

12 Haziran 2013 Çarşamba

bir pazar gezisi olarak GEZİ ve sonrası

Pazar günü dedik çoluk çocuk bir gezelim...

Geziye gidelim..

Evet başladığım gibiydi hislerim..

Bak evladım bunlar direnişçi, bak bunlartepki verebilenler şeklinde bir gösteri gezmesindeymiş gibi hissettim.. :))

İnsanlar polis şiddetine, gaz bombardımanına maruz kalmışken, orada gezmek, hımmm şeklinde inceler gibi, aaa insanmışlar ama diye bakar gibi, kazayı izleyen, reality şovları izleyen insanlar gibi hissettim kendimi..

Bir de barikatların önünde fotoğraf çektirenleri gördükçe sinirleneyim mi, güleyim mi bilemedim...

Her şeyin ve herkesin olduğu bir ortam... Derdi olan herkes anlatma peşinde... Derdi olmayanlar da...

Kendimi kötü hissettim sadece...

7 Haziran 2013 Cuma

bilmediğim yer

10 gün oldu...

Polis şiddeti, polis şiddetini göstermeyen/gösteremeyen tvler, interneti kapatırız, sizi boğarız söylemleri..

Baskı, baskı ve daha baskı...

Ama bir ülkenin yöneticileri stresi, huzursuzluğu azaltmaya çalışır... diye bilirim ben..

Bu korku neden?

Korku saldırganlaştırır insanı... Bu saldırganlık niye?

Biz korkardık (açık ve net). Öyle büyüdük çünkü. Aman olay olur, polis gelir... kaç ya da saldır...

Bunlar öyle değil... Ezberi bozdu bu 'çocuklar'... Hepimizin ezberini. Herkesin elinde telefon iletişim yok aralarında derken "biz counterstrike da polise saldırdık bununla korkmayız" "biz sinek ilacı aracını kovaladık senin gazın ne" diyorlar. Meğer bir işlevi varmış telefonlarının, bilgisayarlarının, meğer dertleri farklıymış bunların.. Bizimle aynı dertten muzdarip değillermiş yalnız...




5 Haziran 2013 Çarşamba

31/05

Hayatımda İstanbul'da olmadığım/olamadığım bir hafta sonuna bu kadar üzüleceğim aklıma gelmezdi....

İstanbul'u sevmem... İstanbul'da yaşamayı hiç hiç sevmem...

Geleneksel, göreneksel adetlerin bahanesiyle ufak çaplı bir tatil de olsun diyerek gittik Altınoluk'a Önder'in kardeşine kız istedik...

Ama...

İnternetle geçen bir hafta sonu oldu...Televizyonlarda hiçbir şey olmadığından yaralı ve göz altına alınan arkadaşları, onların peşinde koşturan doktor ve avukatları ancak telefon başından takip edebildik...

Herkes ben ne yapabilirim derdine düşmüşken, hiçbir şey yapamamanın çaresizliği içinde elde telefon oturup kaldık....

Ne desem ki...

Bu da oldu...

Umut var demek ki hala...

(bu arada bu hafta hiç vakit bulamıyorum iki satır yazmaya, yoksa çapuldayasım var ama)

25 Mayıs 2013 Cumartesi

ayık nesil...

Artık iyice şirazesi kaydı bu milletin.

Senelerdir dediğim; ekonomi düzelir, yasalar değiştirilir, kadrolar bile temizlenir. Ama milletin içine işleyen pislik nasıl temizlenecek.

Temizlendi mi köşe dönme mantığı, hazırcılık, korkaklık...

Ve temizlenmeyecek saygısızlık, çıkarcılık, fırsatçılık...

21 Mayıs 2013 Salı

1. yaş doğum günü

Sıklıkla bahsettiğim gibi kutlama, pasta yeme olaylarını kaçırmam, kaçıramam.

Hele ki oğlum 1 yaşına gelmiş. 1 yılı kazasız belasız :) atlatmışız. Oğlanı adam kıvamına sokmuş, piyasaya çıkarmışız. Tutmayın beni a dostlar dedim ve...


Ve araştırmalara 15-20 gün öncesinden başladık, evde Önder'le oturup brainstormingler yaptık, internette ne kadar blog, site vs bulduysak okuduk, hatim ettik. Tamam Ulaş anlamayacaktı, hatta kabul sıkılacaktı. Ama anıydı. Çok çok özel bir anıydı. İçimde kalan tek şey profesyonel bir fotograf katoloğu hazırlayamamak oldu.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

Ulaş 1 yaşında

O kadar yoğunum ki -gene- hiçbir şeye yetişemez oldum...

Oğluşum, tam 1 yaşına girdi. Artık yaşı var adamın, toddler statüsüne erdi-sayılır-:)

Bu ayki becerilerine bakarsak. Daha bir sosyal olduğunu söyleyebiliriz. Parkta çocukların peşi sıra gitme azmi var. Ama elimi bırakıp yürümekten -sanki- korkuyor gibi. Elini bıraktığımı fark ederse atıyor kendini yere ve vuruyor emeklemeye.


Bir kaç adım atmışlığı, tek başına uzun süreler ayakta durmuşluğu ol sa da yürümüyor henüz...

Ama yaramazlıktan geri durmuyor.

7 Mayıs 2013 Salı

hıdırellez

Hep en sevdiğim bayramlardandı hıdırellez.

Gece gece annem, yengem, mahallenin kadınları gül ağacının altına dilek yazmaya çıkmak, dört yol ağzına dileğinin resmini çizmek, ayaklara kramp girinceye kadar oynamak ama en çok ateşin üzerinden hoppidi hoppidi atlamak.

Mahalle çocuğuyduk biz. Belki de son nesildik, halen top oynayacak boş arazi bulunduğu ve çimlere basmanın yasak olmadığı bir zamanın çocuğuyduk.

İstanbul'a geldiğimden beri her sene Ahırkapı'daydık. (Geçen yıl hariç. O kadar devasaydım ki o kalabalıkta ilerlemem mümkün gelmedi. orada doğurursun deyince Önder de üzülerek vazgeçtim gitmekten :( ve bizim mahallenin dört yol ağzına çizdik dileklerimizi :)

Neyse 5 mayısta yine Ahırkapı'daydık. Hıdırellezin yaşanması gereken yerde. Ulaş'ın altını almamız için bize evlerini açan insanların yaşadığı yerde.

Oynadık, izledik... Dileklerimizi gönderdik göğe... Gül ağacı arayamadık, Ulaş'ın uykusu geldi. Davulcuları ve oynayanları izlemekten, müziğe uyup zıplamaktan yoruldu zira...

Şimdi bahar geldi diyemiyoruz belki, küresel ısındık ya.. Baharlar kayıp artık.

Ama olsun...

Her günümüz hızır olsun...

Kapı gıcırtısı bile gereksiz. Oynamaya sebep mi yok....:)) İnadına....

30 Nisan 2013 Salı

el takıntısı...



Biri bedenimde en sevmediğim/beğenmediğim yeri sorsa (ne lüzum varsa, farzı mahal) ellerim derim..

Şöööle ince uzun parmaklı ellere hep özenmişimdir zira...

Belki bundandır hamile iken yapılan testlerde kromozomal bozuklukların ardından ilk sorduğum şeyin elleri olması...

Parmakları demiştim yarı sarhoş Ulaş'ın çıktığını müjdeleyen anesteziste de :))

Ve miniminicikken Ulaş'ın tam bir insan olduğunu hep ellerine bakınca düşündüm. Küçücük, kımıl kımıl parmakları, yumruk yapıp açtığı elleri... Evet elleri bile vardı :))

Uyurken ellerine bakıp izlerdim, bu minik ama dehşetengiz yaratığı.. Buydu işte, benimdi... Hayatımın sonuna kadar esirdim artık biliyordum. Bu ellerdi beni esir alacak olan.

Sonra ellerini keşfetmesini izledim, elleri ile bir şeyler yakalamasını, onları ustaca kullanmaya başlamasını, minicik şeyleri tutup ağzına sokmaya çlışmasını...

Ve Ulaş'ın büyüdüğünü en çok ellerini gördükçe hissediyorum. Kucağımdan taşan bedeni, her geçen gün artan kabiliyetleri, üzerine olmayan kıyafetleri... Ama en çok elleri..

Elleri bile büyüdü tospağmın...



26 Nisan 2013 Cuma

imbas meni törkin... bir yardım çığlığı

Ben hatırlamıyorum ama konuşmaya yeni başladığım zamanlardan annemin anlattığı bir hatıradır; imbas meni törkin, türkçesi imdat beni kurtarın :) Nereden duyduysam duymuşum ve koltuktan düşecekmiş gibi yapıp bağırırmışım imbas meni törkin diye...

Ama 15 yıllık yalnız yaşamdan sonra (dostlara ve sevgili kocama haksızlık olmasın ama) yardım isteme ile ilgili sorunlar geliştirdim.

O kadar uzun süre her işi kendim halletme alışkanlığı edinince gereksiz bir özgüven ve daha da gereksiz bir acelecilik geliştirdim.

Bir şeye ihtiyacım mı var, şunu istesem amaaan şimdi isteyecem, bakacak, yapacak oooof uzun iş ben yapıveririm şeklinde bir düşünce silsilesine giriyorum ve bu akış tamamlanmadan ben o şeyi yapmış oluyorum.

Bir de çok komiğim nasıl isteyeceğimi de bilmiyorum.. Ya fazla sert emrivaki bir tonlamada olur, ya da yalvarmadan hallice bir tınıda...

Yardım isteme konusunda sıkıntılarımı ilk hamilelik sürecinde fark ettim. Öncesinde her şeyi tek başına yapabilen/yapan bir insan olarak yardım isteme ihtiyacı duymadığımdan böyle bir sorunun idrakına vakıf olamamıştım.

16 Nisan 2013 Salı

gözlemlere devam ediyorum.. hala


Annelik çok yüce, çok ulvi, çok filan çok falan bir duygu eyvallah...

Evet bazı şeyler anne olunca daha bir netleşiyor, kabul.

Başka hiçbir yaratığı bu kadar içten, bu kadar karşılıksız, bu kadar fedakarca sevmek de mümkün değil, peki...

Ama biz (ya da bana özel mi acaba) her şeyi başarı çizelgesinde yaşayan nesil... anneliği de böyle görüyoruz sanki.

Hamilelikte yapılması gerekenler liste halini alıyor beyinde. Yapılabilenler + yapılamayanlar - sayılıyor. Ve kesinlikle yanlışlar doğruları götürüyor. Doğumdan sonra da aynı şey geçerli. Sürekli bir yetememezlik, yetişememezlik hissiyatı ile yaşıyoruz. Dolayısı ile yapılabilenler biraz fazla abartılıyor ki eksikler görünmesin.

15 Nisan 2013 Pazartesi

Ulaş bu ara...

Yazmasam olmayacaktı ..

İki gündür beni dumur edip duruyor bu tosbağ.

Yaşında yürür diyenlere bir ayda o kadar çok aşama mı kaydedecek derken, 1 haftada ne çok değişim olduğunu fark ettiriyor sıpa.

Dumur operasyonları sabahtan başladı. Pazar sabahı keyfi yaparken şarkı söylüyorum tospiğe "el salla el salla..." baktım el sallıyor, benim baybay yapmayan oğlum, ben el salla dedikçe el sallıyor. :))

Neyse hasbelkader sokağa çıkmayı başardıktan sonra yakınımızdaki kediye bakıp eliyle gel işareti yaparak "piss" dedi. Valla dedi, halen inanamıyorum ama.. Ben mi yanlış duydum deyip duruyorum. Belki de yanılmışımdır, olamaz mı olabilir. Daha anne deyip demediğinden bile emin değilim ben ama neyse, piss dedi.

Neyse çıktık gezdik tozduk yorulduk eve geldik ve tam 1 saat yeni aldığımız içiçe geçen kovalardan oluşan oyuncağı ile oynadı. Anında kapıyor ne yapsak, oyuncağın içine üflüyorum o da üflüyor, sonra tekrar benim ağzıma getiriyor, aldım verdim oynuyor (gerçi bırakmak konusunda sıkıntıları var biraz) Önder toplarken halen gözü oyuncakta uzağa mı götürüyor diye bakıyordu şaşkın. Bayıldı oyuncağa. Zaten bu aralar en favori eylemi bir şeyleri bir şeylerin içine üzerine falan koymak, tam oldu bu oyuncak...

Dün algıları fazla açıktı galiba bizim oğlanın.

Yürüme meselesine gelirsek sokakta arabasından çıkmaya bayılıyor. Arabasının yanında onu iterek gitmeye de. Sokakta ayakları üzerinde durmak büyük bir mutluluk kaynağı :) Sevinçten zıplamaya başlıyor.

Biliyorum biraz fazla görmedik yazısı oldu. Bizim oğlan çok akıllı, aman da aman, konulu yazılar ve söylemlerden hiç hoşlanmasam da biraz onlara benzedi galiba :)) Neyse bu seferlik affola büyük bir şok içindeyim zira :)) Piss dedi yaaa..


Bir de Ulaş Beşiktaş'ta uyurken isimli fotoyla bu buldumcuk yazıyı sonlandırır, büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öperim... :))

12 Nisan 2013 Cuma

11 ayın Ulaş'ı

11. ayını da bitirdi Ulaş.

11 ayı bitirdik birlikte...


Ne hızlı geçiyor zaman, ne kadar hızla büyüyor, ne kadar değişiyor çocuk.

Ne istediğini anlamadığım zamanlardan meme meme diye söylenerek göğsüme vurmasına ne çabuk geldik.

4 Nisan 2013 Perşembe

nutella

Hiiiç huyum değildi. Eve nutella almak gibi bir alışkanlığımız yoktu. Dolayısı ile yemezdik de... Ta ki hamileleğime kadar.

Hamileyken nutella yedikten sonra çocuk hareket etmeye başladığı için yemeğe ve eve almaya başladık. Başlamaz olaydık. Çocuk doğalı neredeyse bir sene olacak. Halen evden eksik etmiyoruz kendilerini.

Evde olmayan çikolata beni şişmanlatmaz felsefesini de uygulayamıyorum bundan beri.  evde oluyor. Her halükarda oluyor...

İşten geliyorum. Elimde bir kaşık...Kaşık kaşık yiyorum.. Son başka yemiyeceğim, bak makinaya attım kaşığı, yok valla bu sefer son... tıttt. Olmuyor. Yedikçe yiyorum, yedikçe yiyorum. Dibini görmeyen sevdiğini görmesin dercesine. Dibini görünceye :((

2 Nisan 2013 Salı

dünya dönüyor sen ne dersen de...

....yıllar geçiyor fark etmesen de.......

Evet günleri günlere, günleri haftalara, hafta sonunu pazartesi sendromuna bağlayarak geçiriyoruz ömrümüzü..

Bir yeni yılda, bir de doğum gününde fark ediyoruz ki yıllar geçiyor.....

Önemli değil aslında kimlikteki rakamlar... Önemli olan eski gücünden eser kalmaması. Uykusuz günlerin değil saatlerin göz altında kendini fark ettirmesi.  Önemli olan 1 haftada 3 kilo verebilmekten ziyade göbek bölgene yapışıp kalan 2 kiloya "amaan sen de kalıver" demek. 

Önemli olan...

                    aslında hiçbir şeyin çok da önemli olmadığını fark etmek.....

25 Mart 2013 Pazartesi

diş buğdayı

Sonunda Ulaş tosbağsının dişi çıktı. Daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi kutlama ve pasta yeme fırsatlarını katiyetle kaçırmam. Uzun zaman bunun için bekledim. Dişi çıksın da diş buğdayı partisi yapalım. (geç çıkardı tosbağ ama neyse ki doğum gününden önce oldu)

Evet sonunda oldu. Ağzında iki adet pirinç tanesi kendilerini gösterdi.

Tabi bize de parti yapıp pasta yemek düştü.

Ulaş'ın uyku düzenindeki sapmalar, kalabalıktan ayrılmama isteği nedeniyle biraz paket program kıvamında hızla geçen bir süreç olsa da oldukça eğlendik.

Ulaş şaşkını da bu kadar ilgiyi aynı anda görmekten keyifli, uyku düzenindeki sapmalar nedeniyle biraz mahmurdu. Malum anneanne, babaanne, dedeler, amcalar, dayılar, teyzeler, yengeler... Elden ele dolandı durdu tospik :))

17 Mart 2013 Pazar

(D)ıyyyy

Sonunda ne olduğunu öğrendim. Ve her zamanki ukelalığımla "yav ben senelerdir dıyıyorum, şimdi popüler mi oldu" dedim.

Tabi bir Martha Stewart değilim.. Haşa Derya Baykal da...

Hehehe öyle bir başladım ki konuya gören de diyecek becerikli bir kadın insanıyla karşı karşıyayız heral... Sümmehaşa... Yok öyle bir şey...

Kesinlikle beceriksizlığin en ön sıralarında kombinem var. Düz bir çizgide kesim yapmak için bile yoğun konsantrasyona ihtiyaç duyuyorum zira :))


14 Mart 2013 Perşembe

10.ay

10. ayı da bitti, Ulaş tosbağsının.




Bu ay doktorumuzun önerisi ile kan ve idrar tahlillerine bakıldı.

Sonuçlar çok iyi hatta kan şurubunu kestik :))

Amma velakin süreç biraz sıkıntılı oldu. Yolda uyuduğu için uyandırıp kan aldık mahmur tosbağdan. Tabi uyanıp elinin üzerine batan bir iğne hiç de keyifli değildi. Biraz ağladı ama iğne bitti- sorun bitti. Sevgili tospiğim huysuzluk yapmadı her zamanki gibi.

11 Mart 2013 Pazartesi

Sonunda...

Bu aralar fazla yoğun...

Her şey bir arada...

İş yoğun. Okul başladı. Ben henüz başlamasam da kafam tezle meşguliyetine başladı. Ki bu iyi bir şey. Ben de başlayacağım umarım yakında.

Veeee.

Ulaş tosbağsı sonunda dişini gösterdi.


9 ay 10 günlükken. 20-21 şubat gibi ilk sivriliği hissettim ağzında. Bir süredir takırtı, tukurtu geliyordu ama dokununca batan bir şey yoktu. Görünürde ise hiçbir şey...

Yeni yeni bir beyaz nokta görünür oldu...

Her konuda olduğu gibi bunu da fazla arıza çıkarmadan büyük oranda sessiz sakin hallediyor tosbik. Az biraz yemek ve uyku sıkıntısı olsa da ateş yok, yaygara minumum...

Ama emzirmek resmen işkenceye dönüştü. Özellikle azıcık ısrar edersem... Gözümün içine bakıp sırıtarak ısırıyor tosbağa...

Şimdi diş buğdayı hazırlıkları yoğunluğu var bir de...

Anneanne ve babaanneye işlerin büyük çoğunluğu yıksam da, yoğunum işte. Kafam yoğun, ne yapacağız, nasıl yapacağız??? Bakalım...

Sonunda dişlendi ya...

Önce yürüyecek heralde diyordum. Ama hala desteksiz ayakta durma konusunda tedirgin. Tam bir denge yok.

Adım poğoçasına da az kaldı yani. Doğumgününden önce olacak hepsi galiba :))

25 Şubat 2013 Pazartesi

koççççum benim

Üniversiteye gireceğim dönemde böylesine popüler değildi psikoloji.

Ben de başarılı öğrenciyim, tüm öğretmenler, çevrem annem babam tutturdular bilindik meslekleri: Hukuk oku, siyasal oku, -o zamanın popüler bölümü- işletme oku.

İnadım inat dedim "psikoloji okuyacağım", ODTÜ'de okuyacağım.

Pehpehpeh. Acayip de ukalayım. Ben mezun olana kadar çok iş alanı açılır psikologlara diyorum.

Sonunda herkesi ikna ettim. Bilerek ve isteyerek ve çok severek seçtiğimi bu bölümü.

Bir gün pişman olmadım seçimimden. Hep çok severek okudum- hala daha okumaktayım-, çok severek çalıştım.

Ve yanılmadım. Birdenbire tüm özel üniversitelerde "psikoloji" bölümü açıldı. Pek çok kamu kurum, kuruluşu psikolog almaya başladı.

Ama bir konuyu öngörememişim.

ŞARLATANLAR!!!!!!

21 Şubat 2013 Perşembe

gözlemlemece

Yeni bir gözlem değil aslında uzun zamandır gördüğüm bir şey...

En son hiç beklemediğim bir yerde/birinde de rastlayınca yazayım bari dedim.

Eğitim durumu, işyaşamı, kültürel ve entellektüel becerileri, her şeyi bir yana kadın hep aynı bir noktada.

Öğretilmişlik mi, toplumsal beklenti mi??? Bilmiyorum...

Kadının içindeki canavar mı açığa çıkıyor yoksa anne olunca?..

Sadece bize mi has? Tüm dünyada da böyle mi??

15 Şubat 2013 Cuma

9.ay



%75 tamamlandı. Ulaş tosbağsı yavaş yavaş yaşına yaklaşıyor. 9 ay bitti.

Artık tosbağ ayaklandı. Bu ayki en büyük faaliyet "sıralama" yani koltuğa tutunup yürüme kısmı. Hatta arada elleri bırakma çalışması bile  yapıyor.

Düz duvara tırmanma konumuna geçti tospik. Duvarlar da dahil herbişeye tutunup kalkmak onun için bir hobi oldu artık. Resmen her şeyi deniyor..

8 Şubat 2013 Cuma

gitane unchained :))


Allaaam sonunda. Rüya değil, hayal değil... Sonunda sinema salonunda oturup patlamış mısır kokusu eşliğinde film izledim. Hala inanamıyorum. Gerçek miydi? :)



Film bozulmadı, iptal olmadı, bir kaç teknik arıza umutsuz bakışıma karşın çok uzamadan halloldu, onlar da olmasa zaten hayatta olduğuma inanmazdım.



Sahalara -abartı oldu, gene 1 sene gidemeyiz biz bu gidişle- Tarantino filmiyle dönmenin en büyük handikabı gecenin 2sinde evde olmaktı. Ama ama ama....

5 Şubat 2013 Salı

kendi ayakları üzerinde

Ulaş 2,5-3 aydan beri ayaklandı.

Artık bu konuda master düzeyine gelip sıralamaya bile başladı.

Ulaş'ın felsefesini çözdüm artık bir şeyi yapabiliyorsam yapmalıyım diyor. 3. ayında oturuyordu ve yatıramıyorduk kendisini. Oturabilyorsa neden yatsındı ki... 5,5 aylıktan beri de ayakta durabiliyor ve neden oturması gerektiğini anlamıyor.

Kişiliğin çok önemli bir parçası, mizaç denen kısmı, doğuştan geliyor galiba. Üzerine oturuyor diğer her şey. Çok uzağına da çıkamıyor. Ulaş tosbağsı da hırslı bir çocuk. Bana çekmiş heralde :) özeleştiri babında.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Ulaş'ın pazartesi sendromu

Önce düzenin farkına varmadım, sonra inkar ettim, tesadüf dedim.

Artık inkarın faydası yok. Bu çocuk pazartesi sendromu yaşıyor.

Yok genel olarak giderken olay çıkarmıyor. Hatta babaannesi ile de gayet iyi vakit geçiriyor gün içinde.

Olay ben geldikten sonra başlıyor. Önce bir sevinç kucağıma atlıyor. Sonra küsüyor arkasını dönüyor, sonra kucağımdan inmek istemiyor.

İki dakikalığına yanından ayrılsam kıyameti koparıyor.

Ve uyumuyor :((

29 Ocak 2013 Salı

breakdown namı diğer çöküntü

Blog dünyası müthiş sabırlı, anlayışlı, becerikli annelerden, babalardan ve uyuyan, yiyen, sakin; olmasa bile tahamül edilir yaramazlıkları olan çocuklardan oluşuyor onu çözdüm, tamam.

Bu anne/baba insanları sorunları sakince çözebiliyorken ayrıca gezmeye tozmaya, yemeğe, okumaya, sinemaya, dıya her şeye zaman ayırabiliyor onu da anladım.

Hatta bu insanlar insanüstü bir melek kıvamında hiç depresyona girmeden, sinir krizi geçirmeden, kavga etmeden, toza çamura bulanmadan tertemiz, steril, mutlu mesut bir amerikan filmi kıvamında yaşıyorlar o da kabülüm...

Lakin ben öyle değilim...

23 Ocak 2013 Çarşamba

eller eller eller

Bu bizim oğlanın elleri ile bir alıp veremediği var.

Henüz 2,5-3 aylıktan beri, ellerini inceleyip, işlevlerini çözmeye çalışmıştı.

Çözmüştü de bir nebze. Ya da ben öyle sandıydım (bkz:).

Neyse efenim, Ulaş tosbağsında elleri ile ilgili, yine yeniden bir çalışma var.

Yine elleri eviriyor, çeviriyor. Yine gözüne, ağzına, burnuna sokuyor. Yine onlarla konuşuyor

Bu defa biraz farklı lakin.

Bilnçli hareketler yapmaya çalışıyor. "gel, baybay, alkış" gibi.

18 Ocak 2013 Cuma

haftanın sonu

Bir şarkısı vardı Pinhaninin "haftanın sonu bi nakarat gibi..." diye...

Öyle büyük hayallerim yok hafta sonu ile ilgili. Artık plan yapamıyorum zaten. Ulaş'tan beri yani..

Ama bir anda fark ettim ne çok olmuş, dostlarla buluşup bir yerde kahve-kurabiye yapmayalı, boş lakırtılarla vakit öldürüp huzur bulmayalı. Ya da şöyle güzel bir filmi sinemada oturup izlemeyeli...

Ya da hadi yaa bir yerlere gidelim demeyeli.. Ya da başıboş sokak sokak gezmeyeli..

yadayadayada...

8 ay mı ne??

17 Ocak 2013 Perşembe

turkcell süper lig.. hiç bitmesin

Evet futbolseverim. Evet -bir anlamda- fanatiğim. Ama bu yazının konusu bu değildir.

Zira uzun zamandır izleyemiyorum herhangi bir futbol müsabakası. Endüstriyel futbol, çirkefe bulaşan lig, trajikomik hamleler, hakemler, haketmeyenler...vsvsvsvs... (totem de oldu bir nebze :)

Tabiki takip ediyorum, içim durmuyor, aşk bu bir yerde.

Her ne kadar "odun" da dese sevgili kardeşim romantik bir yanım var işte. Futbolda ve siyasette... Bir DonKişot romantizmi var içimde. Sonuçta benim için aşktır yağmurlu bir günde gördüğümden beri..

Neyse ne diyecektim, iyice dağıttım konuyu.

16 Ocak 2013 Çarşamba

Ulaş 8 aylık

Ulaş tospiği dünyadaki 8. ayını da bitirmiş durumdaaaa.

8. ay itibarıyla 8900gr, 72cm.

Bu ay baş çevresi de büyüyerek içime su serpti. Lakin bıngıldak kapandı gibi. Doktor bunun önemli olmadığını yine yine yeniden söylese de benim kuruntularım bitmiş değil. Bir nebze birlikte yaşamayı öğrendik galiba. Artık ilk zamanlarki kadar panige yol açmıyorlar. Ama halen oradalar, bir yere gittikleri ve sanırım gidecekleri yok :)

Neyse yine tosbağaya da dönecek olursak: emeklemede master yapmakta kendileri.. Oturma odasında koyup mutfakta buluyoruz, arkamızı dönmeye gelmiyor, evi keşfe çıkıyor.

Dolayısıyla bu aralar evdeki birincil meselerden biri "güvenlik" oldu. Her şey gözümde canavarlaştı. Prizler, kablolar, köşeler, dolaplar, çekmeceler, kapılar... Her şeyyyy. Evet güvenlik şeysileri var, var da bu tosbağ güvenlik alet edavatlarını sökmeyi ve güvenliksiz bir kenar bulmayı kendine şiar edinmiş durumda. Kalbimi durduran dönüşler yapmakta.

4 Ocak 2013 Cuma

çocuk şarkıları

Ana okulu öğretmeni bir annem var. Bizim evde her yaşımda en az diğer müzik türleri kadar sıklıkla duyulurdu çocuk şarkıları.

Annem mutfakta yemek yaparken "miniminicikminiminicik" şeklinde sesler doldururdu evin içini.

Bu sebeple repertuarım fena değildir yani :)

Ulaş Bey evimize teşrif ettiğinden beri bizim evin içi de aynı seslerle doluyor.

Lakin bir maruzatım var sayın yekililer... Böyle kitaplarla falan uğraşacağınıza şu şarkı işlerine bir el atıverseniz.

Yok henüz dikkatimi çeken bir argo, küfür ya da toplumsal değerlerimize karşı bir tehdit unsuru olmadı (ben görememiş olabilim şeker portakalında da bir sıkıntı görememiştim sonuçta, böyle ormanları koruyalım falan biraz anarşist bir yaklaşım olabilir tabi)

3 Ocak 2013 Perşembe

kitap listesi

Ortaokul ve lise hayatım boyunca çok okudum. Lafın gelişi değil bu "çok", gerçekten çooook okudum. Şehir kütüphanesinde okuyacak kitap bulamazdım öyle çok.

Her şeyi okudum ve de. Agatha Christie'ler, Puzo'lar, Harlequin'ler, Çatı serisi, Clive Cussler'lar, klasikler, yeniler, şiir kitapları, öyküler, neler neler neler....

Bir de üşenmez her okuduğumu yazardım. Defter, defter kitap listem vardı.

Hala durur bu defterler "baba evinde". Bazen bir kitaba başladığımda "bunu okumuştum" hissine kapıldığımda keşke yanıma alsaydım defterlerimi derim.


Üniversitede bıraktım "listelemeyi".

2 Ocak 2013 Çarşamba

yeniyılyeniyılyeniyıl bizlere kutlu olsun

Vay bee..

1 yıl daha bitti. 366 gün. Dile kolay yavhu.

Şimdi yeni bir yıl ve 365 gün daha var önümüzde.

"Yılın değişmesi çok önemli değil aslında, sonuçta bugünün ertesi yanii" artistliğine hiç mi hiç katılmıyorum. Zira yeni bir defter gibi benim gözümde yeni yıl. Bazen eskisinden devam ediyorsun, bazen bambaşka konulara giriyorsun. Tabi ki önceden aldığın her şey seninle, üstüne katıyorsun. Ama "umut" daha yoğun hissettiyor kendini.

Hiç "todolist"im olmadı hayatta... Bu yaştan sonra da olacak değil.

Sadece dilek ve umutlarım var.

Yeni yıl mutluluk getirsin herkese...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...