bir sürü haller içinde...

30 Aralık 2015 Çarşamba

yılsonu bilonçosu #4

Artık yılların nasıl bitiverdiğini anlayamayacak yaşlara geldim galiba.. Bu yıl o kadar hızlı geçti ki.. Oysa çok sevmiştim 2015'i ve 35. yaşımı..

2015 yeniden hayata karıştığım yıl oldu galiba.. Pek çok kırgınlığı, küskünlüğü geride bıraktığım, bazı şeyleri anlamaktan vazgeçtiğim, değerliyi yeniden tanımladığım bir yıl oldu..

Çocuklu hayatın o derin girdabından, çocukla var olmaktan, ondan ayrılamamaktan vazgeçtiğim bir yıl..

Tamam Ulaş'ın 7. ayından beri çalışıyor ve günün büyük çoğunluğunu ondan ayrı gaçiriyordum ama gece onu yatırmadan evden çıkmak, yada hafta sonu bir gün onsuz bir yere gitmek pek düşünülebildiğim bir şey değildi. Evet belki bu sene de 1-2dir bu haller ama en azından içimdeki o algıyı kırdım. 2016'da daha fazla yapacağım işallah amin :) (hatta Ulaşsız yurtdışı bile kafama yatmaya başladı laf aramızda)

2015'te neler oldu??

29 Aralık 2015 Salı

sonunda

Nerden başlasam, nasıl anlatsam diyor ya şarkıda aynen o hallerdeyim.. Neresinden başlamalı ki anlatmaya?....

Uzun zamandır istediğim bir şeydi yurtdışı seyahati amma velakin -hele de Ulaş'ın doğumundan sonra- türlü çeşitli korkular sardı içimi ve hep erteledim.. Sonunda yeşil pasaport gelip Ulaş da büyüyünce (?) dedik hadi vaktidir..

İşte bunun neresinden başlanır anlatmaya..

Her şey o kadar karışıktı ki o hafta.. Bir hafta gidecek olmak iş yükünü arttırdı, harıl harıl çalışıyorum.. Ertesi gün yola çıkacağız öncesinde doktora tez izlemesi.. E bir taraftan bavul için gerekenler alınacak.. Nereye gideceğiz, nasıl gideceğiz, nereleri gezeceğiz araştırmaları da var.. 9 çarşamba bir arada yani.. Şeytan azapta gerek ha gayret, diye diye çıktım o sıkışıklıktan veeeee..

4 Aralık 2015 Cuma

Ulaş'la ilk defa #2

Sinemaya gittik....

Evet hayallerim gerçek oldu.. Gerçi tam anlamıyla oldu diyemeyiz ama çok eğlenceli bir gündü..

Ne zamandır aklımdaydı Ulaş'ı sinemaya götürmek, ama evde bile süre uzayınca sıkılan evladımı sinemada nasıl konsantre edeceğimi bulamıyordum.. Meğer oğlan anasına benzermiş, sinemada ne bulsa izlermiş ;))

TV'de bir reklam dönüyor, Ulaş'ın izlemediği ama bildiği bir çizgi dizinin filmi gelecekmiş.. Anne izleyelim mi bunu dedi.. Anında atladım tabi.. Çocuklarla ilgili mevzularda fırsatçılığa inanırım, fırsatını buldun mu kaçırmayacaksın.. Zira bakınız emzik bırakmadan, cinsel eğitime her konuda fırsatçılığımı konuşturmuşumdur :))

Atladım tabi hemen bu fikre.. Hastalıkmış, orta kulakmış tınmadan kahvaltıyı yapar yapmaz soluğu sinema gişesinde aldık..

20 Kasım 2015 Cuma

merhaba dev..

3 yaş döneminde hayalgücünün güçlenerek envai çeşit korku öğeleri yaratması hiç de şaşılası bir durum değil aslında.. İnsanoğlu/kızının beyninin neden kendi kendine komplo kurduğu şaşırtıcı olsa da..

Evet hayalgücünün yıkıcı etkisinden biz de nasipleniyoruz son zamanlarda.. İlk önce anlayamadım açıkçası.. Ürkütücü unsurlar içeren her türlü şeyi izletmekten, göstermekten, okumaktan kaçınırken nasıl oluyordu da evladım gece korkuları yaşıyordu.. Okula b.k attım ayıptır söylemesi.. Arkadaş ortamında kontrol edemiyorsunuz malum konuşulanları, anlatılanları.. Ateşli gecelerin birinde yaşadığı, halüsinasyon-sal kabuslara bağladım.. (benim için kabus gibi bir geceydi, anne bak orada geliyor, anne durdur şunu, anne gelmesin- sinekler saldırıyormuş ?!?

13 Kasım 2015 Cuma

bi' somon yapmışım

Ay bi' yazamadım şu yazıyı..

Kırk yılın başı evde balık yaptım, üstelik enfes oldu.. Yazayım da marifetimi sergileyeyim dedim ama bir türlü sıra gelmedi.

Balık mevsimi geçecek bende hala taslak duracak neredeyse.. Yazayım da bitsin..

Efenim, Önder'le ikimizin de tatil yaptığı bir hafta içi, kahvaltı için ekmek almaya giden Önder, k.çımızın dibindeki pazarda çok şahane somon olduğunu bildirdi.. Kahvaltı bitti falan, malum Ulaş tospiği de hasta fazla dışarı çıkmak istemiyoruz, hadi al gel deneyelim dedim.. İnternetten falan araştırdım ama tırt.. Zira kajun hardalı gibi janjanlı içerikler çıkıyor.. Amaan gel bildiğimiz (bilmiyoruz aslında da şu yakışır bu yakışır gibi tahminler yürütüyoruz) gibi yapalım dedim.

5 Kasım 2015 Perşembe

serbest atış

Bazen boğazım düğüm düğüm olup kalakalıyorum. Ne söylesem boş, ne yazsam anlamsız geliyor. Bazen gerçekleştiremediğim -tamamen tembelliğimden, rahatlığımdan- gerçekleştirmediğim planlarımı hatırladıkça içim kıyılıyor.

Bu sosyal medya sinir bozucu bir şey laf aramızda.. Çok ilgim alakam olmamasına rağmen, şöyle bir dolanayım, İnstagrama falan bakayım dedim miydi başım dönüyor.. Evet herkes mutlu, herkes müthiş, şapşahane hayatlar yaşıyor herkes kabul ediyorum bunu zaten.. Hiçbir sorunumuz yok allahaşükür. Kimse parasızlık çekmiyor, kimse alacağını, yiyeceğini, gezeceğini iki kere düşünmüyor.. Kimsenin başına üzücü şeyler gelmiyor.. Hastanede bile mutlulular.. "ayy ne şahane serum verdiler bana" diyor.. Tamam zaten sosyal medyada gezinen insanların -benim gibi az gezinenlerin bile- önkabulü olmalı bu durum ama bu kadar mükemmellik bazen beni çileden çıkarıyor..

29 Ekim 2015 Perşembe

Çocuklu Hayat-yada çocukla hayat

Geçen gün bir arkadaşla konuşuyoruz.. "Çocuğun planlarımı bu kadar engelleyeceğini bilseydim biraz daha beklerdim" dedi ve ekledi: "bunu hiç kimse söylemedi" Çocuklu hayatla ilgili pek çok şeyi anne-babalardan duyamazsınız zaten.. Ki duyduklarınızı da anlayamazsınız.. Anladığınızı sanırsınız hak verirsiniz ama anlayamazsınız.. Kendimden biliyorum :((

Mesela biri size "çocuk ateşlendiğinde hayat durur" dese; anlarsınız.... Hak verirsiniz büyük ölçüde, ama "biraz abartıyor sanki" dersiniz için için; dersiniz yalan yok.. ben de demişimdir.. çocuktur ateşlenir, hastalanır, tabi ki önem vermeli ama abartmamalı demişimdir.. kesin demişimdir yani.. zira ben ne desem yutmakla imtihan ediliyorum...

23 Ekim 2015 Cuma

Ulaş'la ilk defa..

Ulaş doğduğundan beri tabiki onunla beraber pek çok "ilk" yaptık.. Ama doğduğundan beri en büyük hayalim onunla birlikte sinemaya, tiyatroya gitmek'ti.. Büyüyünce ne olacağını, hangi mesleği yapacağını hiç düşünmedim şimdiye dek.. Hayallerimde sadece birlikte sinemaya, tiyatroya gidebildiğim, kitap alışverişi yapıp karşılıklı sohbet edebildiğim bir adam var..

Dolayısıyla bu ilk de benim için geleceğe yönelik ilk adımlardan biri oldu.. Belki malumunuz Şehr-i İstanbul'da kukla festivali var-dı.. Biz de bu aktivite kapsamında bir tiyatroya gidelim dedik.. Ulaş'ın anlayabileceği, eğlenebileceği yarım bırakıp çıkma ihtimalimize karşı içimize oturmayacak kısa bir oyun aradık bulduk..

14 Ekim 2015 Çarşamba

iki kitap, bir film, bir dönem..

Son dönemde okuduğum kitaplar hakkında fazla yazmadım.. Aslında iyi de kitaplar okudum ama (mesela ayfer tunç yeşil peri gecesiyle yine dağıttı beni) Ama niyeyse yazamadım işte haklarında.. (gerçi hangi konuda yazdım ki son zamanlarda,bir tembellik, bir atalet..)

Son zamanlarda öyle enteresan denk geldi ki.. Önce Milan Kundera'nın -ki kendisi varolmanın dayanılmaz hafifliği ile gönlümde ayrı bir alan ve her kitabını başka bir keyifle okuduğum bir yazardır- kayıtsızlık şenliğinde bir anektot, bir alt metin gibi gibi yerleşti berleşti beynime..Fazla da üstünde durmadım, alt tarafı bir anektottu sonuçta.. (bu arada Kundera yine döktürmüş, bu kadar anlatım tarzını bir arada kullanıp da işi kotarmak da kolay bir iş olamasa gerek)

Sonra Soljenitsin'in İvan Denisoviç'in Bir Günü'nü okumaya başladım.. İyi bir gündü aslında.. Ama içime bir fenalık çöküyor ve gerilimimi hafifletemiyordum..

Aynı sırada bir film izledim.. Child 44.. Cennette cinayet olmaz.. Çocuk cinayeti hiç olmaz.. Ama kafası çalışan birkaç kişi görüyordu.. Görmemesi gerekiyordu ama görüyordu.. İşinde iyi olan biliyordu.. Oysa ki sistem akıllı ve işinde iyi olanları değil, sadık ve tabi olanları istiyordu.. Ya nasıl da benziyor tüm diktatörlükler.. Gelişmek değil, stabil kalmak istiyor.. Gelişim diktatörü yerinden edebilir çünkü..

Dönem anlaşılacağı üzere Stalin dönemi.. Kundera Stalin'in bir şakasına yer veriyor sıklıkla kitabında.. Ama yanındakilerin bu şakayı bir türlü anlayamamalarını.. Çünkü ciddiye almalarını, çünkü gülmeyi unuttuklarını anlatıyor..

İvan Denisoviç'in bir günü ise çalışma kampındaki bir gününü anlatıyor ivan amcanın.. soğuk, açlık, tutsaklık.. üstelik sebebi almanlara esir düşmek.. ee almanlarla zaman geçirirsen beynini yıkarlar dimi? çok mantıklı.. ülkesi için savaşırken esir düşüp ölmemek suçu az bir suç değil, bir de casussan???riske girmemek lazım.. insan zaten en çok bulunan, en ucuzu insan hayatı..

Child 44 ise bahsettiğim gibi polisiye bir film.. çocuk cinayetlerini araştıran bir dedektifi anlatıyor... tek sorun sistem cinayeti kabul etmiyor.. Bu cinayetleri değil, cinayetin varlığını kabul etmiyor. Zaten adama da dedektif demek pek mümkün değil, çünkü işi cinayet araştırmak değil. çünkü öyle bir birim yok. Bir taraftan sistemle mücadele ederken, diğer taraftan işini yapmaya çalışmak çok da yabancısı olduğumuz bir durum değil aslında..

Hepsi böyle üstüste gelince biraz içim şişti.. Sıkıntılara gark oldum.. Ama hep aklımda olan şey cümleye dönüştü.. Cennette diktatörlük yapıp, tanrıyı diktatör bile etsen olmuyor.. Ya da benim için böyle, teba olmak isteyene hükümran bulunuyor..

6 Ekim 2015 Salı

evde tek başına..

Yalnız kalmayı oldum olası sevmişimdir.. Hatta tek başıma yaşayıp da haftanın çoğu gecesini evde kitap okuyup, dizi izleyerek geçirmek bir oyalanma değil tam anlamıyla keyifti benim için.. Önder'le yaşamaya başladıktan sonra bu yalnızlık keyifleri doğal olarak azaldı.. Daha çok birliktelik keyifleri edinmeye, tek başına'lıktan birlikte'liğe geçiş yapmaya çabaladım.. (öff evet benim için pek de o kadar kolay değildi bu, senelerce yalnızlığı/melankoliyi yüceltmiş biriydim sonuçta) Ama oldu (büyük oranda) başardıK....

Biz Önder'le dost olmayı başardık.. Evlilikte (bir evlilik terapisti olarak) en önemli unsurun dostluk olduğuna inanırım.. Tutku, aşk zaten olması gereken duygulardır ama dostluk olmadan bir arada bir şey üretmek, bir amaca bağlanmak imkansız.. Zaten hayatının büyük çoğunluğunu yanında geçirdiğin bir insanla da ortak paylaşımlar üretemiyor, bunlardan keyif alamıyorsan keyifli bir hayat da zor.. Neyse işte biz Önder'le dost olduk.. Birlikte bir şeyler yapmak bize keyif veriyor.. Birlikte eğleniyoruz..

Ama insan yalnızlığı da özlüyormuş.. Tabi ki birbirimize boş alanlar yaratıyorduk -Ulaş'tan sonra seyrelse de- başkaları ile görüşüyorduk, ama Ulaş doğduğundan beri evde tam anlamıyla yalnız kalmamıştım.. Yalnız anlamında yalnız.. Yapacak bir iş çıkarmadan, sadece kendimle muhattap olarak geçireceğim bir zaman dilimini ne çok özlemişim meğerse..

Önder maça gideceğini söyleyince Ulaş'ın erken uyuma ihtimalini düşünüyordum ki oğlum anasına bir kıyak yapmaya karar verdi ve yemek biter bitmez daha Önder gitmeden ve dahi masa kalkmadan koltuğa yayılıp sızdı.. Önder kapıdan çıkarken bana düşen de çayımı, çekirdeğimi alıp bilgisayarın karşısına oturmak oldu..

11 sezonu başlayan dizinin 9. sezonunu bitirememişim daha ne ayıp ;)) Hemen oturdum.. Ohh misss.. Yapılması gerekenler yok, ses yok, talep yok, sadece ben ve.. ve ne istersem.. Nasıl özlemişim..

Yalnızlığım benim çoğul türkülerim/ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi..

30 Eylül 2015 Çarşamba

dilli düdük#9

Okulun ilk günü bizim tosbağ fazlasıyla adaptasyon sergileyince erken merken demeyerek 1 saat ayrıldım okuldan.. Vedalaştım tabi giderken.. Bana gayet güzel güle güle demesine karşın, bir süre sonra, köşeye çekilip somurturken gören öğretmeni n olduğunu sormuş: annemi özledim yanıtını alınca sarılmak ister misin demiş.. tosbağ da durur mu yapıştırmış cevabı: hayır yalnız kalıp annemi düşünmek istiyorum :))

Okula yeni başladıkları dönemde az öğrenci olduğundan hepsi bir sınıfta takılıyor, iki öğretmen var.. Yeni gelen bizimkinin öğretmeni olacak soruyorum sevdin mi B. öğretmeni?? Sevdim ama biraz güçsüz.. Neden??İşte.. Bir süre sonra öğreniyorum, sürekli olarak öğretmenine yardım etmeye çalışıyormuş, sandalye falan taşıtmıyormuş, yemekleri koydukları kap yanında olduğunda onun tabağını doldurmaya çalışıyormuş.. Zayıf bir kız ama niye o kadar güçsüz gördü anlamadım.. :))

Bu ayki dilli düdük özel sayımız okul diyalogları pek tabi ki: birinin kalbini kırdığınızda ne yaparsınız? özür dilerim, kendimi affettiririm tosbiğin cevabı.. Çok uygulamasa da.. Sen kimsin sorusunun cevabı ise çok net: çocuk!!!

Okuldaki arkadaşlarını anlatıyor: Y. var çok iyi çocuk ama E. iyi değil.. Neye kızdıysa o gün.. Ma. bugün bize şekerli kurabiye yapmış, çok güzeldi.. sen de şekerli kurabiye yapsana ve öğretmenim bütün şarkıları bilir şeklinde eve de yansıyor okul ilişkileri.. Bugüne kadar biriciği ve tek kahramanı olan anne babaya da boyununu bükmek düşüyor :) Yeni gelen kızı da çok beğenmiş, yeni arkadaşımın adı Me. çok güzel gözleri var, üstü de çok güzeldi, saçları da...

Bir sabah biraz geç kaldık.. Kahvaltıya oturmuş arkadaşları... Gitti yemekhaneye, ben daha çıkmadan 5 karış surat geldi, ne oldu? ben gelmeden masaya kurulmuşlar.. Oldu canım seni bekleyeceklerdi..

Daha okulun ikinci günü grip olduk.. İkimiz birden.. Gerçi okulla çok ilgisi yok bu kadar göçebelik ve hava değişimi bir musibet getirecekti tabiki, ama iyileşemiyoruz, ikimiz de 1 aydır bir iyi bir kötü, sürekli bir burun akıntısı, arada öksürük bitmiyor bir türlü.. Akşam yemekte tosbağ burnunu çekerken isyan etti: Bu benim hastalığım ne zaman bitecek acaba söyler misiniz??? Gece de masal istedi, sünger bob hasta olmuş, e tabi doktora gitmiş, bana trip atıyor: beni niye doktora götürmüyorsun sorabilir miyim?? Götürdüm üstelik içti antibiyotiği hala bu halde, sen niye üstünü örtmüyorsun ben onu sorabilir miyim??

10 Eylül 2015 Perşembe

şimdi okullu olduk..

Uzuuuun zaman sonra, merhaba.

Yine bir Eylül ayından, tüm ağustosu rehavet ve tembellikle geçirdikten sonra yine hararet ve haketle.. yine mutsuz bir ülkeden merhaba..

Günlerdir yazsam mı yazmasam mı çelişkileri içindeyim.. Günlerdir kendime diyorum ki: başkalarının çocukları ölürken benim çocuğum okula başlamış-mış, aman da ne önemli..

Ama bu ülke böyle işte.. Biz hiç önemli değiliz.. Hep daha önemli şeyler var.. Aslında durumun temelinde yatan da bu belki..

O yüzden yazmaya karar verdim.. ÖNEMLİ!! Çok önemli, çünkü benim hayatım, bizim hayatımız demeye karar verdim..

Ulaş bu ay itibarıyla artık okullu bir çocuk oldu (bu sabah bana bildirdiği üzere üzere okullu büyük bir çocuk-muş kendileri)



28 Temmuz 2015 Salı

allahım sana geliyorum

Bu başlığı atalı bir kaç zaman oldu aslında.. Ancak başlığı atmamla bir anda Ulaş hallerinde ani bir değişim olunca yazıyı yazmadım.. Amaaaa..

Aradan bir ay geçmedi ki aynı sendromun içindeyiz yeniden.. Adını koyamadığım şeylerden zaten hoşlanmıyorum, bir de anlayamadığım bir kriz halleri iyice zorluyor beni.. Ciddi sabır zorluyor ki hep söylerim sabır sahip olduğum meziyetlerden biri değildir-yada değildi demeliyim galiba zira Ulaş'la birlikte bu konuda epey yol aldım sanırım. Kendime şaşacak kadar sabır gösteriyorum bu krizlere..

Cumartesi sabahı başladı kriz özel programı.. Sürekli bir mızıldanma, gözümün içine baka baka yapma dediğimi yapma, ağlama.. Ama dozu çok yüksek değildi.. Tolare ediliyordu.. Öğlen uykusundan sonra zaten gezme falan günü kazasız belasız bitirdik..

Ama pazar çok zorlayıcı bir gün oldu.. Daha sabah kahvaltısında başlayan mızıldanma ve huysuzlanma tüm iyi niyetime karşın -laf olsun diye demiyorum, tüm sabrımla adama balkonda havuz yaptım, parka götürdüm ve söz vermiş olduğum oyuncağı aldım- tüm gün ve gece bitmedi.. Bir çocuk bütün gece uyumaz mı?? Uyumadı.. Kalkıp kalkıp yeni oyuncağını seyretti, uykulu uykulu bıdırdadı..

Böyle zamanlarda hep sorguluyorum, farklı ne oldu diye? Zira Ulaş huysuz bir çocuk değil.. 2 yaş, 3 yaş, sendrom mendrom halledilmeyecek şeyler değil.. Tamam kural bozmak istiyor, tepkimi ölçmek istiyor yapma dediğimi yaparak, beni deniyor.. Ama bu sürekli mızmızlık ve yapışıklık hali başka bir durum.. 

Bu şekilde davranarak bana bir şey anlatmak istiyor ama ne? İlgi ihtiyacı mı, daha fazla birliktelik isteği mi? Yoksa başka bir şey mi? İşte bu anlayamamak beni sinir ediyor..

Sarılıyorum, konuşuyorum.. Sanki bir yeri acımış gibi davranıyorum böyle zamanlarda.. Kendimi de sürekli teskin ediyorum: geçecek, geçecek..

Ama çok zorlanıyorum.. Sabır oyunları bana göre değil, hiç değil..

7 Temmuz 2015 Salı

dilli düdük #8

Ulaş son dönemde iyiden iyiye dillendi.. Dilin kuralları ve kelime hazinesi anlamında söylemiyorum bunu.. dil canbazlığı, oyunculuk anlamında söylüyorum.. Durup durup anne sen çok güzelsin diyor mesela.. Anne sen çok güzelsin.. Babası kıyafetimi beğenmedi örneğin, Ulaş güzel olmamış dimi babacım? diyerek yanına yandaş arıyor.. bizim tosbağ duruşunu bozmuyor, hayır annem çok güzel.. Geçen anneannesi geldiğinde de anne sen çok güzelsin anneannem de çok güzel.. diyerek ikimizin de gönlünü alacak kadar da centilmen.. sen daha güzelsin dediğimde de ıı-ıhh ben çirkinim diyip iltifat düzeyini artırmamı bekliyor-ya da çocuğu çirkin diye sevmenin sonucu da olabilir :))

Düğüne gideceğiz. Giyindik süslendik.. Yine iltifatlar iltifatlar.. Ancak bir anda anneannem gibi olmuşsun diye bir söylem.. Allaam yaşlandın mı diyor bu çocuk bana diye dertlenerek.. Niye öyle düşündün? dedim: buj sürmüsün anneannem gibi olmuşsun (annem rujsuz sokağa çıkmazgillerdendir de)

Bu aralar biraz biraz ingilizceyle muhattap ediyorum tospiği.. Sayılar, şarkılar falan.. O da saymaya başladı tabi.. Babaannesi ile merdiven çıkarken merdivenleri sayıyorlar. babaanne ingilizce saysana, bilmiyorum, sen bişey bilmiyosun, git dedem gelsin.

2 Temmuz 2015 Perşembe

tatil sonrası

Haziran karmakarışık, pürtelaş bir ay oldu benim için.. Tatile çıkacağım için işleri toparlama telaşı bir yana okulla ilgili çıkan saçma sorunları çözmek ve peşi sıra gecikme nedeniyle beklemediğim ve yeterince hazırlanamadığım bir sınava girmek oldukça yorucu ve stresli bir süreç oldu.. Çalışmaya başladığımdan beri ilk defa keyfiyet harici eve iş getirdim.. (Evet Ulaş doğmadan önce ayy evde yaparım deyip keyfen eve iş getirdiğim olmuştu :)) Üstelik bir tarafta okulla ilgili çalışmalar bir tarafta işle ilgili konular arasında bal arısı gibi bir oraya bir buraya dönüp durdum.. Velhasıl haziranın iki haftasına sıkışmış bu yoğun sürecin bitiminde üçüncü haftayı havuz başında kafa dinleyerek geçirme umuduyla atlattım.. (gerçi gelen birkaç maille biraz gerilsem de genel olarak kafa boşalttığım bir dönem oldu)

Bu yıl tatilde özellikle çok eğlendim.. HAyırrrrrr.. Eskisi gibi diskolarda, barlarda falan değil, Ulaş'la hatta Ulaş'ı izleyerek.. Onun yabancılarla iletişim kurmasını, ortamı kendine göre şekillendirmesini, suyla, oyunla, insanla, çiçekle, böcekle, dünyayla temasını izlerken; korktuğum, endişelendiğim, gururlanıp sevindiğim anlarla beraber kelimenin tam anlamıyla eğlendim..



29 Mayıs 2015 Cuma

harry potter maratonu

Fantastik; edebiyatta da, sinemada da ve hatta tvde de çok sevdiğim bir türdür.. Hatta sinemada en sevdiğimdir diyebilirim. Zira evde artık ne kadar devvvv ekran tvlerimiz olsa da, sinamada o dünya dışı yaratıkları ve görüntüleri izlemek bana çok daha keyifli gelir..

Ama Harry Potter ilk duyduğum an itibarıyla kendisine mesafeli bir duruş geliştirdiğim bir eserdi.. Evet yine yeni yeniden önyargılarımı seveyim, bir şey çok popülerse kendisine irrite oluyorum.. Herkesle aynı aynı aynı şeyi hissetmekten hoşlandığım tek zaman dilimi 2 yıl önce bu zamanlardı :)) Bunun dışında herkes bir şeyi severken sevdiğimi yada nefret ederken nefret ettiğimi hatırlayamıyorum..

İşte Harry Potter'da da böyle oldu.. Millet kitabevlerinin kapılarında kuyruk olmuşken şaşkınlıkla seyrediyordum.. Harry Potter'ın geldiği cuma sinema yerine başka bir plan yapıyordum (gerçi plan yapamıyordum çoğunlukla, arkadaşlarım sinemada oluyordu çünkü :)) ben de evde kitap falan okuyordum :)

İşte böyle böyle senelerce kaçtım Harry'den.. Öyküsünü tam da bilmeden, herkes seviyor diye sadece..

26 Mayıs 2015 Salı

mayıs ayı özel...

Mayıs ayı bizim aile için en önemli aylardandır.

Nisan başı ile başlayan ve haziran sonu ile biten üç aylarımızın orta ve doruk noktasıdır zira mayıs.

Şöyle ki Nisan'da benim doğum günüm ile başlarız üç aylara ve Haziran'da babalar günü ve Önder'in doğum günü ile bitiririz. (evet bu üç ayda madden biraz batarız :)

Ama mayıs bu üç ayların en önemlisi çünkü...

Öncelikle Ulaş doğdu... ayrıca hem evliliğimiz hem de ilişkimiz için çok önemlidir mayıs ayı.

22 Mayıs 2015 Cuma

3 yaş Ulaş'ı

3 yaş Ulaş'ı ne yapar?? Yani terrible two'dan çıkmasını beklerken çok daha beterlerini anne babasına yaşatmak dışında ;))

Beste yapar.. Bir anne daha ne ister?? Sabah gözünüzü açıyorsunuz yanınızda bir tosbağ.. Bağıra bağıra şarkı söylüyor ama ne sözler ne müzik tanıdık değil.. -gerçi bilindik olsa da benim tanımam hele hele sabah saatinde imkansıza yakın da :))- Bir anda aymaya başlarsınız sözlere: gözüm annemmmm, canım annemmmm, gözüm annemmmm... Canım gözüm oğlum eyvallah hayatımın anlamı da kalkmama yarım saat var, allasen bağırma yavvvv :OOO

15 Mayıs 2015 Cuma

3. doğumgünü

Ulaş tospiği hayatının 3. yılını bitirip 3. doğumgününü kutladı, ayın 11'i itibarıyla.. Bu yılki doğumgünü büyük oranda onun istekleriyle bağlantılı gitti..

İlk etapta pasta seçimini ona bırakayım dedim ama seçenek çokluğundan kafası karıştı.. Her gördüğü pastaya pastam bu olsun deyince seçenek kısaltmasına gittim ve kendi aklımdakini (kitaplarından bir karakter) önerdim.. Önce kitap (vahşi şeyler ülkesinde) sonra resim seçtik..


Sonra iş yine 3 yıldır ailemizin pastacısı olan Yılmaz'ın hayalgücüne ve yetenekli ellerine kaldı.. Ortaya da

12 Mayıs 2015 Salı

anneler günü ve 3. yıl münasebetiyle

Bu ara pek çok kişiden duyduğum bir şey var.. Hayatıma çocuk istemiyorum diyen kadınlar.. ve buna cevap/antitez olarak ay şöyle kariyerim, böyle başarılarım vardı ama çocuk olunca TAMAMLANDIM diyen başka kadınlar..

Kimsenin hayat çizelgesine müdahale ya da yorum yapma bana doğru gelmez.. Herkes kendinden mesuldür.. Herkes hayatındaki ile mutludur.. Lakin bu tamamlanma ifadesini pek çok farklı yerde, ağız dolusu duyunca yine heyheyler bindi tepeme.. Daha önce de dediğim gibi ben sinir bir insanım :))

Kendini başka bir bireyle tamamlamak nedir yavhu?? Aşkta, ilişkide ne kadar yanlışsa bu, çocukta da öyle, hatta belki daha bile fazla yanlış.. Bir kere kendine haksızlık.. Varlığına, kimliğine, kapasitelerine, ilerleme ve kendini gerçekleştirme isteğine.. Kendini bir başka insanla tamamlayarak kendini yok ediyorsun aslında.. İkincisi onunla bir oluyorsun.. Onun ayrı bir birey olduğunu kabul etmiyorsun.. Ona da kendini gerçekleştirme şansı bırakmıyorsun.. Seni tamamlama misyonuyla..

30 Nisan 2015 Perşembe

nöronlar arası bağlantı

Üniversitede hocalarımdan biri "siz deneğinizle birlikte yaşıyorsunuz" demişti.. Ve anlattığı konularla bağlantılı anı ve bunları düşünme biçimini sıklıkla anlatırdı.. Bundan sebep çağrışımlar bende uzun süre düşünülecek şeyler haline gelmiştir.

Bir kitap okurken aklıma bir film, dizi, oyun gelse; neden diye uzun süre düşünür bağlantıyı yakalamaya çalışırım.. ya da tersi.. Çoğunlukla bulurum.. kokularda, müziklerde her şeyde böyledir bu..

Bu aralar neden olduğunu anlamadığım bir şekilde ne okusam aklıma dünya ağrısı geliyor.. Sadece okurken değil, konuşurken, dinlerken, film izlerken, yazarken.. Böyle anlık flashbaclerle dönüveriyorum dünya ağrısına..

Sebebi henüz net bir şekilde bulamadım.. Belki duygular da nöronlarda yer ediyor.. Bir duygu beni dünya ağrısını okurkenki duygu durumuma sürüklüyor ve çakıveriyor şimşek gibi..

Son dönemde okuduğum en iyi kitaptı kendileri.. Gerçi daha önce hakkında yazmıştım -işte burda- ama.. Ayfer Tunç'un okuduğum ilk ve en iyi kitabıydı.. Tüm kitaplarını çok sevmeme rağmen üstelik..

Dünyanın ağrısı belki biraz daha fazla hissettiriyor kendini bu aralar.. Yani 35 yaşın ve menüsküsün diz ağrıları yanında.. Belki hepimiz kendi kısır dünyalarımızda yalnızlığa programladık kendimizi..

Belki de e)hiçbiri.. Dünya ağrısını göğüs kafesimden fırlatıp çıkaramıyorum.. Öyle içerde, öyle derinde belki..

Son iş gününün yoğunluğunda, en sevdiğim ayın son gününde bu da böyle..

Yarın da 1 mayıs.. işçinin emekçinin bayramı.. Dünya ağrısı nasıl vurmasın sırtıma...

28 Nisan 2015 Salı

dilli düdük#7

Annem bizde, babam gelmedi.. Akşam portakal yiyoruz.. Dudakları büzdü: Mil dedem de portakal yiyodur mu? (babama mil dede diyor, adını söylemek zor geliyor)

Telefonda dedesi ile konuşuyor, nerdesin, evine git gece oldu biz evimizdeyiz

Çilek koydum önüne oyun oynuyoruz bir yandan, çen de yesene dedi, yok dedim, çok gücel.. bir ısırık alsana

Dışarda yemek yiyoruz, ben patates yiycem dedi.. tamam.. Aldı tabağı önüne bir taraftan söyleniyor, bir taraftan tıkınıyor.. nefissss.. ben böyle patates yemedim

Üzerime atladı.. dengesiz yakalandım.. (zira banyo sonrası çabucak giyinsin diye uğraşıyordum) düştük tabi beraberce.. tospik tespiti yaptı: komple düştük..

Tüm gün beni zıvanadan çıkarttı.. En son öğle uykusundan da erken uyandı.. Kapı aralığından kafasını uzatmış: kızgın mısın acaba?

Daha fazla aklımı yitirmemek için tuttum dışarı çıkarttım.. Yolda ayağıma çarptı.. sanki tek derdimiz oymuş gibi: ayağına çarptığım özür dilerim

Annecim niye onu oraya koyuyorsun? gücel olsun için...

Eve usta gelecek, Önder de bekleyecek biz çıkalım dedik yok illa babası da gelsin.. Anlatıyoruz.. Aksın bana ne? gelmesin evine gitsin.. şeklinde negatiflikler.. En son çözüm üretmeye karar verdi.. çen anahtarını ver, gelsin yapsın, biz gidelim..

Zaten bu ara bahaneler işe yaramıyor.. Hemen bir çözüm buluyor.. Uçağını asmak istiyor ama yer yor istediği yerde.. Annecim öyle yapamam onu.. Onu kaldır, kalemleri, üstüne koy... (peki benim aklıma da gelmemişti) Ne gücel oldu mu??

Şımarıklık yapıp duruyor, gereksiz kaprisler, Ulaş yeter artık.. hahaha komik oldu mu??

Bizimli dalga geçmeye başladı.. Otobüs denizin üstünden gitçek mi? hayır nerden gidecek araba yolundan.. Hayır gitmiyorrr.. Bak gidiyor işte, hayır bak kaldırımdan gidiyor.. (Tam yanında kaldırım var, benimle kafa buluyor)

Gözüne güneş geliyor bizimki söyleniyor.. gözüme geliyor güneş, ben güneşi sevmiyorum.. gölgeyi seviyorum.. Ben de pislik yapayım dedim.. Ama güneş olmasa gölge olmaz ki.. niye ki?? Anlatıyorum, gösteriyorum.. Biraz sonra gözüme gelmesin sevmiyorum zaten....

Bu aralar nereden öğrendiyse bir de bana ne, sana ne başladı.. Annecim hadi hemen yiyelim gezmeye gideceğiz.. Gidelim bana ne? Annecim yapma öyle üstüme geliyor.. Gelsin bana ne??

Her şey de negatiflik de had safhada. Kendini fasulyeden nimet sayıyor, laf yetiştiriyor bize..
            Gereksiz işler yapıyorsun Ulaş.. Sen yapıyorsun gereksiz iş..
            Düşüceksin oğlum.. Sen düşüceksin..
            Sen bilirsin annecim.. Sen bilirsin.. :))

24 Nisan 2015 Cuma

çuvalladım vol:1 YEMEK

Evet tüm renkleri boyadık bi fıstık yeşili kaldı :)) Annelikle ilgili herbi konuda pek bi mükemmelim ama işte bu konuda çuvalladımmmm.. o kadar kusur.. vsvsvs diye sıralamadan hemen yanlış anlamaların önüne geçeyimmm..

Annelik becerileri ile kendimi yetersiz bulduğum, eleştirdiğim, geliştirmem gerektiğini düşündüğüm pek çok şey olabilir ve pekktabi vardır.. Ama bu yemek mevzusu bambaşka bir şey.. İşte bunda tam anlamıyla çuvalladım..

Oturup oturup nerede yanlış yaptım diye ahlanıp vahlanıyorum.. Gerçi yanlış yaptığım yeri de biliyorum sadece o anda nasıl göremedim, nasıl önemsemedim onu anlamıyorum..

Çocukluğum bir yemek masası kabusları ile geçti.. Yok ben değil.. Ben iştahlı bir çocuktum.. Ama kardeşim yemez, ısrar edersen kusar bir tipti.. Allaaam allaaamm... Hatırlamak bile istemiyorum.. Az sütünü dökmedim sıpanın lavaboya... Az iş çevirmedim anacığmın arkasından.. Bizim sıpa benim kadar cesur değildi.. Hep ben topladım arkasını..

16 Nisan 2015 Perşembe

menüsküs

Babasına aşık pek çok kız çocuğu gibi çocukluğum futbolla geçti, pek çok ergenden farklı olarak idollerim baggio, zidane, giggs oldu.. Oynamayı pek beceremesem de futbol hep hayatımda oldu..

Geçmişte dizimi bir yere vurduğumda, bileğimi burkup (evet çok sık yaşıyordum ve halen yaşıyorum böyle kazaları, sakarlık baki :)) topal aksak yürüdüğümde, menüsküs oldum, 3 hafta sahalardan uzağım esprileri yaptığım doğrudur.. (gençlikte kötü espri daha bir affedilir mi acaba? :)

Ama gerçekten başıma gelebileceğini hiç ama hiç düşünemezdim.. Zira sporla ilişkimiz tv izleme mesafesinden derine gidemiyor.. En son bir süre spor yapıp bıraktıktan sonra iki misliyle aldığım kiloları vermeye çalışırken spora tövbe etmiştim :)) (ben böyle böyle yazmaya devam ettikçe bloga sağlığa zararlı işareti koyacaklar) Spor ile ilgili kesin kanaatimi verdim.. Sürekli olarak yapamayacaksan(m), hayatına sokamayacaksan(m) YAPMA!!!! felsefesi uzun süredir hayatımda ve yapmıyorum.. Yok ben spor insanı değilim.. Kabullendim.. Benim sporla ilişkim yazın yüzme ve bisikletten ibaret..

Bundandır şikayetlerimi anlattığımda doktorun ağır spor mu yaptın? sorusuna gülmem.. Ben mi?? Bundandır dizlik alırken satıcının sportif vücut iltifatına (!) cevap dahi vermemem..

Ama evde 3 yaşında bir erkek çocuğu olunca sporcu oluyorsun galiba biraz.. Evde futbol oynama, koşma, atlama zıplama atraksiyonlarına katılım gösterince, bir de bendeniz gibi sakınımsız ve aceleci bir karakterseniz başa her şey gelebilir..

Menüsküs de bunlardan biriymişşşş..

Neyse ölmeden menüsküs de oldum.. Lakin geçeceğine olan inancım pek bir zayıf.. Zira doktorun; merdiven çıkma, fazla bükme, çömelme.. gibi önerilerini yerine getirmem pek olası gözükmüyor gözüme :))

3 Nisan 2015 Cuma

terrible olan two'du hani???

Çocuklu hayatın balayı geçeli çok oldu.. Kanımca insan yavrusu mobilize olduğu an o romantik düşler bitiyor.. Bana, benim pessimistik ruhuma da böyle geliyor olabilir tabi.. Ama mobilizasyonun ilişki biçimlerini bile çok fazla etkilediğini düşünüyorum..

Neyse bizim evde bu süreçleri atlatalı epey oldu.. Mobilizasyonun peşinden gelen iletişim ve bağımsızlık çağı terrible two'yu yaratır bir anlamda.. Kendi varlığını ilan etme, kanıtlama, kabul ettirme dönemidir.. Aklındaki ve ruhundaki tantanaları tam olarak anlatamanın verdiği öfke ile patlamalar yaşanır sık sık..

Tabi ki iki bitti, sorun bitti değildir.. İki yaşını bitirdiği gün bir aydınlanma yaşaması mümkün değildir.. Bu süreç üçe hatta dörde sarkar.. Dürtü ve öfke kontrolü, ego gelişimi tamamlanmadığından bunlara uzun bir süre maruz kalmak ebeveynler için şaşırtıcı olmayacaktır..

Da....

2 Nisan 2015 Perşembe

otuzbeşyaş

Zaman ne kadar çabuk geçiyor.. Dün gibi hatırlıyorum; ortaokul, lise, üniversite yıllarımı.. Çocukluğumu, büyümeye direnmemi, aptallıklarımı.. Oysa bir yerden sonra büyüyor insan.. Büyümeye mecbur kalıyor belki.. Ne kadar inat etse de :))

Saçma sapan şeyler oluyor yine.. Bu ülkede saçma sapan şeyler olmadan geçemiyor zaman.. Hayatımız o kadar pamuk ipliğine bağlı ki aradığımız telefonlar açılana kadar izlediğimiz tüm korku filmi sahneleri geçiyor gözümüzün önünden.. Ölüleri bile rahat bırakmıyorlar..

Neyse yazımın konusu bu değil.. Bu gün ben bir eşği daha atladım..

35 oldum.. Şimdi yine 5 yıl rahatım..

35 yılda dünya üzerinde bana anlamlı gelen şeyler yapmayı bir şekilde başardım.. Hep daha iyisi olabilirdi, daha çok olabilirdi desem de olanlar beni -şimdilik- tatmin etmeye yetiyor..

Büyüdüm.. Akıllandım biraz.. Ama hala bir miktar çocuk saklı içimde.. İyi ki Ulaş var çıkacak mecra bulabiliyor kendine..

Eskiden dehşetengiz büyük bulduğum yaşlardayım.. Ama hiç de o kadar büyük değilim :))

Yaş otuz beş.. Belki yarısı.. İyi ihtimalle.. Ama ilk devreyi avantajla kapattığımı söyleyebilirim hal böyleyse..

Sözü daha iyi anlatanlara bırakmalı..

İyi ki doğdum beeeee..

31 Mart 2015 Salı

haberler, okumalar, entellikler

Bu yazmadığım sıralar kültür mantarlığında tabiki de en faal olduğum alan okuma.. Ardarda epey kitap bitirdim bu ara..

Vedat Türkali- Bitti bitti bitmedi.. anlatmak istediği bir derdi olan (hatta birden fazla derdi olan) bir kitap olmasına karşın sanki anlatıma değil de bu dertlerine odaklanmış, bir yere varmayan, didaktik ve -bence- düşündüğünü dayatan bir romandı.. Ermeni sorunu, kürt sorunu, 80 darbesi, Erdal Eren, idamlar, işkenceler, ölümler...ölümler...ölümler.. Ama sevemedim kitabı.. Tezlerinden ötürü değil açık ve net.. Bir roman değil de bir tarih kitabı, bir seminer kitapçığı okuyormuşum gibi hissettim kendimi.. Sonunda da hiçbir şey hiçbir yere bağlanmadı gibi geldi.. Pek çok kitabını çok sevmişimdir V. Türkalinin ama bunda bir türlü içine giremedim öykünün.. Sürekli bir şey olmasını bekleyip hayalkırıklığı ile bitirdim.. Sanki sadece ermeni soykırımı vardır, bunlar hepimize neler ettiler demek için yazılmış gibi geldi..

Öyküsevmezliğimden ötürü daha önce Mine Söğüt okumamıştım.. Bu sebeple okuduğum ilk kitabı beş sevim apartmanı oldu.. Bir miktar bit palas'ı ve Elif Şafak'ı hatırlatsa da bir romandan çok içiçe geçmiş öyküler gibi gelse de çok eğlenceli ve keyifli bir okumalıktı.. Dil sade ve sürükleyici, öyküler etkileyici ve eğlenceli idi..

27 Mart 2015 Cuma

kültür mantarı

Bu ara hiç yazasım gelmiyor.. Saçma sapan geçiriyorum -daha doğrusu öldürüyorum- zamanı.. Bahar yorgunluğu desem değil, yorgun değilim zira, sadece bir isteksizlik.. bir keyifsizlik hali.. Tabi bir sürü saçma sapan şey oluyor.. Amaaaaan..

Bu ara ne yaptık?? Tabi ki kitap okudum bolca.. Bir de sıradışı olarak adlandırabileceğim bir şekilde sinemaya gittik :))

Gidiş şeklimiz değil, gidebilmemizdi sıradışı olan.. Hem de iki hafta üst üste :))) Daha ne kadar sırıtabilirim bu duruma bilmiyorum ama bildiğim parantezler yetmiyor, düşündükçe :))

18 Mart 2015 Çarşamba

dillidüdük #6

BJK forması ile takılıyor, anne biz kartallıyız deyip duruyor, ben de evet annecim kartallıyız diyorum.. Sonradan peki dedim baban gelince ne diyeceksin, fenebahçe niye? mutlu olsunnnn

Bana söz verip tutmaya tutmaya en sonunda cinlerimi çıkardı.. Kitap okuma seansı bitip yatağa yatırdıktan sonra masal anlatayım mı sana dedim ve yalancı çobanı anlattım.. Ertesi gün araba broşürü inceliyip bundan yalancı çobanı okuyor.. Parmakları ile yazıları takip edip, çoban herkesi kandırmış.. 6 (fiyatlarda yazan sayıları da işe katarak) gün kandırmış, 5 kişi gelmiş :))

Bu aralar rol playinglere taktı.. Evde kendi kendine tiyatro çevirip oynuyor.. Yeni oyunu ben baba oluyorum, Önder anne.. Önder'e anne?? diyor Önder aşkım diyor Ulaş'tan cevap ben Ulaş'ım baba değil.. :))

Masada sohbet ediyoruz, bir şey istedi tamam aşkım, ben aşkın değilim, kim aşkım? babam, senin aşkın kim? durdu dudakları büzüp omuzları kısarak bilmiiimmm:))




6 Mart 2015 Cuma

Ennn

Bir süredir bizim evde dördüncü biri var.. Kendisini biz hiç görmedik ama Ulaş sıklıkla ne yaptığını, nerede olduğunu bildiriyor da haberdar oluyoruz kendisinden.

Bir gün geldi, anne bak arkaaşım dedi, aylaar önce.. Öncelikle anlamak için hımm öyle mi adı ne arkadaşın diye sordum.. Enn dedi.. Bir süre ennden ses seda çıkmadı.. Tabi ki kendi kendine oyun oynarken kendi kendine konuşuyor ama, öyle biriyle konuşur gibi değil, daha çok oyuncakları falan konuşturuyor..

Arada bir enn de yesin, enn uyuyor falan diyor.. Ama yok canım diyorum, farkındayım aslında..

Sonunda kabul ettim Enn'in varlığını.. Enn... Ulaş'ın arkadaşı..

27 Şubat 2015 Cuma

A Z

Daha önce bahsettiğim gibi Önder'le kitap konusundaki uyumumuz oldukça düşük bir seviyede seyreder.. Birbirimizin sevdiği kitapları pek sevemeyiz.. Momo ile bir kalıbı kırdığımızı falan düşünmüş değildim ama sonrasında Ayfer Tunç, ciddi bir fark yarattı bu uyumsuzluğumuz üzerinde.. (tabi ki her şeye rağmen umutları ve beklentileri düşük tutmakta fayda var :)) Halen kitaplıktan kitap aldığında "sen onu sevmezsin" diyorum kendisine.. Ve Ayfer Tunç bile tamamıyla başarılı olamadı bizim uyumsuzluğumuzu çözmede (misalen yalan yanlış)

Ama son aylarda aramızda konsensus sağlayan biri daha çıktı: Hakan Günday.. Daha ile başlayan sarsıntımız AZ ile ciddi bir depreme döndü..

Ben uyuz bir okuyucuyum.. Takılırım.. Her şeye takılırım.. Yazarın tarzı, tavrı bile olsa okuyucuyu sarsmaya çalışmasına dahi takılırım.. (bkz: sahnede ölüm) Tabi ki yazarın işi ilgiyi çekmek, ilgiyi çekip üzerinde tutmak için türlü çeşitli oyunlar oynaması olağan.. Ama bunu yaparken benim gözüme sokmayacak.. Yoksa ciddiye alamıyorum..

11 Şubat 2015 Çarşamba

Ulaş bu aralar..

Net... Duygularını çok güzel ifade ediyor.. Anneannesi gelmiş, akşam yatırıyorum: Anne çokk muttuymmm..

Bir ara kitap okuma, sohbet faslını yatağına taşıdık.. Bir gece kitap safhası bitmiş, konuşuyoruz, masal anlat dedi.. Ben de uydurmaya başladım.. Masal içinde buna sorular soruyorum falan (gerçi sonra bu oyunu uyku öncesinden kaldırdım, zira uykusu açılıyor tospiğin :) işte kedilerin kaç ayağı var, inek ne verir, kuşların kaç gözü var falan uydurup uydurup soruyorum.. Bitti, gökten üç elma düştü falan bizimki: bu naçıl maşall anne?? beğenmedin mi?, okk beğendimm, şaşırdımmm

Malumunuz şimdi bir kampanya var.. çocuk kaçırma ve kaybolmalarına karşı 10 altın kuralı öğren diyor..Ben de Ulaş'a ev adresimizi öğretmeye çalışıyorum.. Bizim semtte sokak,

9 Şubat 2015 Pazartesi

pazar krizleri

Uzun zamandır aklımda.. Kadınların/annelerin çalışması mevzusu.. Çalışan bir annenin çalışan kızı olarak ömrümde duymadığım tartışmaların içine sürüklendiğimi hissediyorum.. Ben kadın/erkek hiçbir yetişkin insan için başka bir seçenek düşünemiyorum.. Meslek seçiminden iş seçimine doğru yönelimlerde bulunamasak da, insani koşulların oldukça dışında çalışma şartlarını yaşasak da bunların iyileştirilmesi, değiştirilmesi yönünde kafa yoracağımıza kadın çalışsın mı, anne olunca işi bırakmalı mı şeklinde sorgulamalarla orta çağ edebiyatına yöneldiğimizi/yönlendirildiğimizi düşünüp kahroluyorum..

Tüm bu tartışmaların sadece erkler ve erkekler değil bizzat eğitimli, kariyerli kadınlar tarafından da yürütülmesi ise bana bir nevi oyun gibi geliyor.. 2. dünya savaşı sonrası zoraki olarak çalışma hayatına alınan kadınlar şimdi erkeklere daha fazla tehdit oluştururken belki de bu yüzden bu alandan uzaklaştırılmaya çalışılıyordu sanki.. Eğitimli, akıllı, kültürlü kadınların anne olarak tüm bu birikimlerini yalnızca çocuklarına adamalarında bencilce bir şeyler duyumsadım hep.. Evden çalışma/home ofis anlayışlarını sosyal hayattan uzaklaştırılma olarak algıladım.. Sabah kalkıp işe gitmek için hazırlanmak bile bir nevi motivasyondu çünkü yaşamak için-bence :))

6 Şubat 2015 Cuma

bir ankara hikayesi

Bizim büyük çaresizliğimizi almamın, baygınlık geçirecek hale gelmeme karşın bırakmayıp bitirmemin altında yatan tam olarak buydu: Ankara..

Ankara.. Kimilerinin denizsiz diye, kimilerinin bürokratik diye, kimilerinin gri diye, kimilerininse belli bir sebebe bile dayandırmadan sevmediği, ama çoklarının sevmediği ankara..

Ankara benim hayatımda çok önemli bir mihenk taşı, çok sevgili bir anıdır.. İstanbul vs Ankara'dır hep insanların kafasında.. Benim böyle bir kıyaslamam olamadı, zira Ankara'da yaşarken kafamdaki İstanbul imgesi karmakarışıktı.. Birkaç tiyatro gösterisi, birkaç beşiktaş maçı ve gündüz gidilen, sıkıcı geçen bar anıları dışında birikimim yoktu.. Oysa Ankara yaşamışlıktı. Ankara özgürlüktü.. Sinamaydı, sakaryaydı, yükseldi.. Ankara denize çıkacakmış hissi veren denizsiz sokaklardı.. Ankara tüm memuriyetine inat sabahı bulan

29 Ocak 2015 Perşembe

bu işte bir yanlış anlama var

Geçen yaşı bizlerden oldukça büyük bir hakimle sohbet ediyorum bana dedi ki "hep siz psikologlar yüzünden bencil çocuklar yetişiyor".. Kendilerinin yetiştiriliş tarzından falan bahsetti.. Biz psikologların koşulsuz sevgi dayatmamızdan... Çocukların bencil ve doyumsuz olduklarını.. anlattı..

Evet onun bahsettiği yetişme tarzlarını onaylayamıyordum ama haklılık payı yok muydu söylediklerinde?? Bu işte bir yanlışlık vardı..

Sonra baktım ki -özellikle kaliteli zaman kavramı tartışmalarında- biz komple yanlış anlamıştık söylenenleri..

Belki de ben -başka türlü bir psikologum- ne de olsa işim gereği reklamımı yapmama gerek yok.. O kadar mükemmel olmasam da olur.. ;)) Hatta bir arkadaşım bir ara "senin kadar çok nomal diyen bir psikolog tanımadım" demişti.. O yüzden kaliteli zaman, çocuk yetiştirme yöntemleri, vs gibi konulardan para kazananların söyleyemediklerini söyleme şansına sahibim belki.. Belki de ruhumun mütamadi muhalif unsuru bir kaçak yaratıyor bilmiyorum..

Çocuklara geçmişteki bakış açısıyla, birer minyatür yetişkin gözüyle bakmıyorum.. ya da itaat beklemiyorum kendi çocuğumdan.. İtaate sorgulamamaya olumlu bakmıyorum tahmin edileceği gibi.. Lakin saygının karşılıklı olduğuna inanıyorum..

23 Ocak 2015 Cuma

hedef ve süreç ikilemi

Genel itibarıyla, yarışmacı bir karakterim.. Her ne kadar engellemeye çalışsam da kaybetmeye pek tahammülüm yoktur.. Rakibime sinirrrr olduğumu çaktırmamayı öğrendim tabi yıllar içinde -büyük oranda.. Ama ne yazık ki, genel olarak eğlenceli oyunlar, sporlar vs benim için yenerken eğlenceli oluyorlar :(( Yok ama pisliğe de yatmam.. Yani sessiz sedasız kendi çapımda yaşarım sinirimi :)) Genelde-tabi genel kurallar karşımdaki Önder olduğunda biraz mutasyona uğruyor :)) Neyyse..

Bu yarışmacı kişiliğimi çoğunlukla toplum, hadi abartmayalım kendi küçük dünyam için olumlu şekilde dönüştürmeye çalışmaktayım... Bu yüzden halen okuyuyorum ve okul bittiğinde gideceğim yeni kurslar, sertifika ve dil programları için hayaller kuruyorum..

15 Ocak 2015 Perşembe

bitmeyecek öykü

Momo'ya bayılmıştım.. Çok etkilenmiştim, hayatıma sokmaya karar vermiştim (sadece Ulaş'la ilgili olsa da büyük oranda becerdim de).. Yazısı burada..

Bitmeyecek öyküye de bunun referansı ve heyecanıyla başladım doğal olarak, bambaşka ama aynı derece etkileyici bir hikayenin içinde buldum kendimi.. Bastian Balthasar Bux o kadar da yabancı değildi bana..

Yani onunki gibi bir çocukluk değildi benimki ama öykülerin içinde kaybolma, kahrama olma, yeniden yaratma ve uydurma davranışlarını büyük oranda sergiliyordum.. Evet fantazya gerçek.. Bazen Pal Sokağında, bazen ıssız bir adada.. Ama ben gittim.. Hem de defalarca.. Artık eskisi kadar sık ziyaret edemiyorum çocuk imparatoriçeyi ama gördüm onu defalarca.. Farklı adlarla..



13 Ocak 2015 Salı

dilli düdük #5

5 dedim ama daha fazla da olabilir.. 5ten devam edelim.. Yada dilli düdük düdüklüğe devam ediyor hala diyelim..

Artık şikayete başladı.. Sabah oturmuş mama sandalyesinin masasına sütünü döktü.. Kızdım tabi.. Öyle bağırıp çağırmasam da kendisine masaya oturmaması konusundaki kuralımızı hatırlattım... Benden sonra gelen dedesine annem bana kıjdı!!!

Kar yağdığı gün cam açıkken üşüdüm bana yazık diyen dedesine: çana yajık değil adammm..
Isırdığında sıpa diyen babaannesine çençin sıpa..



Herkese nuğdül dediği anneannesini deli gibi özlediği bir dönemde dayısının geleneksel mevzulara girmesi ile

9 Ocak 2015 Cuma

tatil sonrası rehaveti

Bu hafta öyle bir rehavet halinde geçti ki.. Hiçbir şey yazmaya güç bulamadım kendimde.. Dünyanın kafayı yediği bir yeni yılda hiçbir şey olmuyormuş gibi.. cümbür cemaat bir deli gömleği giymemişiz gibi yaşamaya devam.. Zaten hepimiz delirdiğimize göre artık dünyanın kendisi bir tımarhane, hayat da bir halüsinasyon olmuyor mu??

Neyse.. İşte, bu yanılsamalardan ben de payıma düşeni aldım yılın ilk haftasında..

Sanki takvimlerde değişen son rakamla beraber ben de değişmişim gibi.. böyle bir şey mümkünmüş gibi.. Üzerime bir sabır geldi ki sormayın.. Bir dervişlik, bir ermişlik halindeyim.. Bu duruma benden sonra en çok şaşıran kişi tabiki de Ulaş.. Kızacağım şeyler yapıyor ve ben bağırmıyorum.. (evet alt metinde genelde bağırdığım olduğu doğrudur :(
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...