bir sürü haller içinde...

23 Aralık 2013 Pazartesi

annelik müessesesi...

Çocukluğumda annemin arkadaşları vardı "teyze"dediklerim.. Şimdi bakıyorum da benden belki biraz büyüklerdi, belki şimdiki yaşımda.. Çocuklar bana "abla" diyor hala.. Bu iyi bir şey tabi.. Minibüs şöförünün "öğrenci mi?" demesi kadar..

Hayır minyon tavuklukla alakam yok.. Giyim kuşam hal tavır olarak "abla"yım ben..

Erken evlenmedim aslında.. 28-29 yaşındaydım.. Ama toplumsal olarak evli insan kriterlerini karşılayamadık biz.. Biz sevgiliydik.. Geziyor tozuyor, arkadaş ortamımızda aynen takılıyorduk.. Aile ortamı? bizden bir beklentileri kalmamıştı galiba..

Yok vardır toplumun beklentileri insanlardan.. Yok saymak mümkün değil.. Hele evlilik sorumluluklarını alan kişilerin başka sorumlulukları da almasının beklenmesi kaçınılmazdır.. Evlenince ilk sorudur misalen "yemek yapabiliyor musun?" ayol ben 10 yıl yalnız yaşadım, aç mı kaldım, yaptık yedik işte, bu neyin sorgulaması şimdi.. ama yok illa sorarlar. hem de sözleşmiş gibi, hayattaki en önemli mevzu buymuş gibi, karşılaştığın her akraba, eş, dost sorar bunu.. desem yapamıyorum naapçan sen mi gelcen yemeği yapmaya.. :))

Sadece bu değil ki.. evlenince bambaşka bir insan olmanı beklerler.. bayramda kandilde tüm akrabaları aramanı, herkesi yemeğe çağırmanı, akşam vaktinde evinde olmanı, evinde değilsen de taksimde olmamanı :)) edepli oturup, edepli konuşmanı.. beklerler de beklerler... ve sen bir taraftan bu beklentiler, bir taraftan kendi seçimlerin çırpınır durursun arada..

Hele bir de çocuktan sonra... Bütünüyle anne olmanı beklerler.. Bildikleri anne modeline uygun.. Yavrusuna en sağlıksından besinlerden binbir çeşit mamalar hazırlayan, suyuna, terine, üstüne başına özen gösteren.. Ortamını temiz ve düzenli ve her ihtiyacına uygun olarak düzenleyen, her daim böyle tutan.. Bir tv dizisi kıvamındaki evinde saçları yapılı, tırnakları ojeli, şıkır şıkır kıyafetler içinde ve yüzünde kocaman bir gülümseyiş ile hep hazır, hep sorun çözücü, hep öyle bir şey...

Ben mi tembelim bilmiyorum ama anneme baktığımda hep onun gibi olmadığımı fark ediyorum..

Annem iki çocuk bir yaşlıyla bir taraftan çalışırken evi hep derli toplu, yemekleri dolapta, gezmesinden gününden geri kalmayan bir insandı.. Ben mi??

Ben hiçbir şeye yetişemiyorum!!!!! 6 ayda bir kuaföre gitsem şapşahane.. Evde giydiğim eşofman altlarını o dizilerde dilencilere giydirmezler..

Mutfak en sevdiğim alanken, birden düşman oldu... Yemek mi yapılacak, en hazırından, en pratiğinden, öyle 5 çeşit poğoça kek hak getire.. Önderin annesi sağ olsun yemek yapmam gerekmiyor bile çoğunlukla.. Yemek yoksa, buzdolabının üzeri sipariş magnetleri dolu.. Sorun et mi yesek tavuk mu, yoksa pizza hovardalığı mı yapsak'a kalıyor.. Lavabonun içindeki bulaşıklar bile akşam yatmadan önceye kalıyor zaman zaman...

Temizliğe zaten kadın geliyor, elimi cama sürdüğüm yok.. Önder'in annesi yine her gün bir süpürge yapıyor.. En fazla hafta sonu kahvaltı masasının altını bir süpüreyim olayına giriyorum o kadar.. Ütü de yaptığım yok... Buna rağmen sürekli bir dağınıklık, her yer Ulaş'ın oyuncakları, benim makalelerim.. Çamaşırlar hep son dakikaya kalıyor...

Dekorasyon mevzularına gelirsek o daha da beter.. Evlendiğimden beri aynı şekli koruyoruz ev içinde.. Örtüler bile yıkanıp ütülenip aynen yerleşiyor.. Yetiştirebildiğim (yada hayatta tutabildiğim) tek çiçek sardunya.. Vazodaki çiçeler ölüp de helvaları yendikten sonra bile konumlarını koruyor.. Annemin mutfağındaki menekşeleri, en küçük bir alanı bile güzelleştirme becerisini, ayda bir evde yaptığı yenilikleri düşününce yanına yaklaşmam mümkün değil...

Gezmek işi ayrı bir komedi.. Hafta sonu bile evden çıkışımız akşamı buluyor.. Eve geldiğimizde ise içerden bir hortum geçmiş görüntüsü engellenemez bir olgu.. Misafir gelecek olsa en hazırından kurabiye ve kekler ile gün kurtarılmaya çalışılıyor..

Ya annem bana geçirmeyi başaramamış üstün organizatör yeteneklerini yada bilmediğim bir sır var.. Her durumda annem olsaydı diye sorar haldeyim kendime (yada söylenir) Ulaş'ın holde kalmış topunun, arabasının yanından transit geçer miydi mesela? Yada yere düşmüş kırıntılara el sallar mıydı? yamulmuş, şaftı kaymış paspasları kendi hallerine bırakır mıydı? Çocuğun üstünü değiştikten sonra çıkanları yatağın üzerinde, çıkardığı takılarını tuvalet masasında sergi kıvamında muhafaza eder miydi? annem olsaydı salondaki tüm yastıklar orta yerde kendi hallerinde takılabilir, gece boyu yediğimiz çekirdeklerin kimi kaçak kabukları koltuklarda sefa sürebilir miydi?  Valla eğilip yerden aldığım her kırıntıda, oyuncakta, düzelttiğim her paspas, örtü, yastık vsde içimdeki annem sesi var..

Sadece toplumun değil yani.. Bizim de kendimizden beklentilerimiz var, gördüklerimizi baz alan.. Ama oluyor mu?? Tıhhhh.. Valla billa çok uğraşıyorum ama olmuyor.. Hiçbir zaman evim annemin evi gibi, iki dirhem bir çekirdek.. süslü püslü derli toplu olmuyor.. Biz genelde Ulaş'la yatak üstünde zıplamaca, ev içinde koşturmaca, iki arkadaş kıvamında yaşayıp gidiyoruz.. Bize bir anne lazım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...