bir sürü haller içinde...

27 Şubat 2015 Cuma

A Z

Daha önce bahsettiğim gibi Önder'le kitap konusundaki uyumumuz oldukça düşük bir seviyede seyreder.. Birbirimizin sevdiği kitapları pek sevemeyiz.. Momo ile bir kalıbı kırdığımızı falan düşünmüş değildim ama sonrasında Ayfer Tunç, ciddi bir fark yarattı bu uyumsuzluğumuz üzerinde.. (tabi ki her şeye rağmen umutları ve beklentileri düşük tutmakta fayda var :)) Halen kitaplıktan kitap aldığında "sen onu sevmezsin" diyorum kendisine.. Ve Ayfer Tunç bile tamamıyla başarılı olamadı bizim uyumsuzluğumuzu çözmede (misalen yalan yanlış)

Ama son aylarda aramızda konsensus sağlayan biri daha çıktı: Hakan Günday.. Daha ile başlayan sarsıntımız AZ ile ciddi bir depreme döndü..

Ben uyuz bir okuyucuyum.. Takılırım.. Her şeye takılırım.. Yazarın tarzı, tavrı bile olsa okuyucuyu sarsmaya çalışmasına dahi takılırım.. (bkz: sahnede ölüm) Tabi ki yazarın işi ilgiyi çekmek, ilgiyi çekip üzerinde tutmak için türlü çeşitli oyunlar oynaması olağan.. Ama bunu yaparken benim gözüme sokmayacak.. Yoksa ciddiye alamıyorum..

Hakan Günday'ın okuduğum ilk kitabı olan daha'ya başladığımda ilk etapta böyle bir sorun yaşadım açıkçası.. Dilin sertliği başlangıçta bir yapaylık duygusu verdi.. Böyle kafamda acabalarla dolu bir güvensizlik hissi.. Ancak öykü öylesine sarmaladı, öyle bir yakaladı ki yakamı fazlaca sorgulayamadım.. (Aslında sorgulamamak da lazım belki de :)) Aslında başarı bunu sorgulatmamaydı belki.. Sarsıldım.. Dağıldım.. Etkilendim.. Çok etkilendim..

Ama Az bambaşka dağıttı beni.. Yıktı tarumar etti.. Özgecan'la eşzamanlı gerçeklerle dağılırken kurgu gerçek oldu..




Az hakkında ne diyebilirim ki.. Şiddet.. İçimiz, dışımız, ruhumuz, dünyamız şiddet.. Zaman zaman tahayyül etmeye izin vermedi beynim.. Algı gücümü aştı.. Ve pek tabi her zamanki mesleki deformasyonumla yazarın ruh dünyasını çözmeye düştüm zaman zaman.. Böyle bir öykü yaratabilmek için nasıl bir düş gücüne sahip olmalı insan??

Ama öylesine olağan akışında gelişiyor ki her şey, öyküden kopmama fırsat kalmadı.. Sayfalar akıp giderken sorgulayamadım bile öykünün yapısını.. Sonra goodreadste bu kadar rastlantının bunaltıcı olduğu, gerçek dışılığı hakkında bir kaç eleştiri okudum.. Aslında doğru dedim.. Ama ne yalan söyleyeyim okurken bunlara takılmadım, takılamadım.. Merak, öfke ve acı duygularıyla sarsıldım sadece..

Bu defa dilin sertliği de -daha da olduğu gibi- sahte gelmedi.. Belki de alıştım.. Belki de bu öyküye ancak bu dil yakışırdı.. Derdalar şiddetle yoğrulup birbirlerine hazırlanırken ben sadece bu yıkımdan sağ çıkmalarını diledim..

Az yıkıcı bir kitap.. Dünya hakkındaki romantik düşlerimize ardarda tekmeler savuruyor.. Belki de her şey az dünyada.. Şiddet dışında.. Gücünü karşındakine kabul ettirmek dışında her şey az..

Öykünün ikinci bölümü -nispeten- dinlendirdi aslında.. İlk etapta paldır küldür yarattığı yıkımdan belki.. Az geldi.. Oysa ki hiç de az değildi..

Aslında bu kadar iyi giderken biraz daha etkili bir son beklemiştim.. Bu konuda biraz hayal kırıklığına uğradım.. Ama önemli olan süreç-miş..

İşte Önder'le bir yazarda daha ortak bir nokta bulduk.. Ya yaşlandıkça birbirimize daha çok benziyoruz, ya da aslında var olan benzerliklerimiz gün yüzüne çıkmak için uygun zaman bekliyorlar..

Önder tüm kitaplarını toplayıp almış olsa da Hakan Günday'ın ben bir sonraki için biraz ara vereceğim galiba.. Yoksa hissediyorum o sahtelik hissini yaşamam yakın :))

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...