bir sürü haller içinde...

21 Mart 2019 Perşembe

çelişkiler

Güya yeni yıl kararlarımdan biriydi. Bu sene bol bol yazacaktım. özellikle. Benim blog yazmakla ilgili en önemli problemim söyleyecek bir şeyimin olması. Yani yazarken havadan sudan yazmak istemiyorum. Bir soruna bir duruma dokunmak istiyorum. Gün içinde aslında yazılacak değerde fikirlerle karşılaşsam da bunları toparlayıp ekrana aktaramıyorum. Sonra da fikirler tavsıyor. Aklımdaki ve kalbimdeki önemini yitiriyor.

Böyle böyle günler geçiyor. Şu konuyu yazacağım, buna değineceğim derken, HİÇBİR ŞEY yazmadan geçiyor zaman. Sanki ciddi konularda yazmak gibi bir zorunluluğum var. Sanki önemli mevzulara değinme görevi verildi bu zavallı amatöre. Neden böyle bir misyon edindim bilemiyorum valla. Boş konuşmak bir nebze affedilir geliyor da, boş yazmaya tahammülüm yok. Kalıcı çünkü ve dünyada bir yer işgal ediyor.


Bazen tüm söylenen sözlerin atmosferde dönüp durduğunu hayal ederim. Ağzımızdan çıkan her sözcük bir bir yerde karşımıza çıkıp bizden hesap soracakmış gibi canlıymışlar gibi. Sesler yankılanıp duruyor etrafımızda...

Yazı söz konusu olduğunda, daha somut bir gerçeklik var beyaz ekran üzerinde siyah harflerle daha ele gelen göze görünen bir gerçeklik. Bundandır önem'e takılmam.

Ocaktan beri pek değişiklik yok bizim yakada. Ulaş sömestrde bir hafta Tekirdağ'da kaldı. Aslında 4 gün. Anneannesine gündüz çok mutluyum, çok eğleniyorum ama gece ailemi istiyorum diyormuş Bir hafta da babaanne aile keyif yaptı. Sonra ikinci dönem itibarıyla kitap yetiştiremez olduk tobağya. Kütüphaneye üye oldu. Ordan 2-3 kitap, evdekiler, okuldakiler ve her kitap siparişinin yarısını işgal etmeler derken ne yapacağız bilmem.

Bu arada ben şatoyu bitirdim ve evet okumamışım. Kesin kanaat getirdim. Bir görev bilinciyle bitirdim desem yalan olmaz biraz klastrofobik hissettim.

Son dönemde taktığım bir yazar da Margaret Atwood. Damızlık kızın öyküsünü okuduktan sonra çok sevdim kendisini. Ursulayı keşfettiğim zamanki gibi bir coşku hissettim. Sonra Nam'ı diğer Grace ile biraz hayalkırıklığı yaşasam da Kör suikastçi iyiydi. Ama yine de bir damızlık kızın öyküsü değildi. Ayrıca Ursula etkisini de hafifletti desem anlatabilirim duygularımı herhalde.

Ocaktan beri başka ne oldu desem Ruh avcısını izledim netflixte ve çok sevdim. Tam benlik dönem ve cinayet ve psikoloji ve polisiye.

Ulaş Tekirdağ'da iken Önder'le sinemaya gitme fırsatı da bulduk. Glass'la seriyi tamamlamanın mutluluğunu ve Bruce ile özlem gidermenin keyfini yaşadım. İyi miydi iyiydi. Ama split ve unbreakable daha iyiydi sanki. Glass böyle bir bitirme telaşındaydı. Bir de Ulaş'ın önerisi ile (kendisi sinemaya gittiğinde reklamını görmüş) Çiçeroya gittik ve hayır sinemada Türk filmine gitmeme kararımın doğruluğunu bir kere daha teyit ettim. Kötü diyebilir miyim? Hayır ama çok da lazım değildi. Gerçi diğer alternatifimiz Roma'ydı ve onun yerine Çiçeroya gitmenin doğru bir seçim olduğunu netflixten izlemeye çalışıp 15. dakida vazgeçtikten sonra daha iyi anladım. Arada sıkılsam da büyük büyük repliklerden gözlerimi devirsem de eğlendik mi eğlendik.

İşte bu da böyle havadan sudan bir yazı olsun ve kendime havadan sudan yazdığımda ölmediğimi kanıtlayayım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...