bir sürü haller içinde...

4 Şubat 2016 Perşembe

gezdik, gördük, yazalım artık vol.1 Amsterdam

En sonunda hayali çizgilerin ötesine geçip insanlığın başka halleri ile tanışma olanağı yaratabildik kendimize..

Aslında uçak alçalmaya başlayana kadar o kadar da farkında değildim bunun. Dünyanın aslında en çok yaşamak istediğim bölgelerinin üzerinde alçak giderken tarlaları, nehirleri evleri seyrederken "evet" dedim içimden dünyanın başka bir yerindeyiz..

İnsanların birbirine ve kendine saygı duyduğu bir yerde..

Çocuğa çocukça değil insanca değer verildiği bir yerde...

Amsterdam'da iner inmez (üzerimizde hafif bir sersemlik ve şaşkınlık olmasına rağmen) ilk işimiz, I amsterdam kartların satıldığı yeri bulmak oldu.. Öncesinde araştırıp öğrenmiştik ama oradayken da en çok sevdiğim şeydi bu kart. Toplu taşımayı (çoğunlukla tramvay) ücretsiz kullanmanın yanında, pek çok müzeye, etkinliğe ücretsiz ve indirimli giriş ve çeşitli yerlerde indirim ve hediye gibi olanaklar da sağlıyor..

Otelimize gidip yerleşir yerleşmez sokağa attık kendimizi.. Büyük bir heyecanla beklediğim cristmas marketlerin de olduğu olduğu Reimbrand meydanına yürürken binaları ve sokakları hayranlıkla seyrediyordum.. Meydanda biraz yiyip içip takıldıktan sonra dam meydanına doğru yürüyüşe çıktık.. Havanın soğuna ve ayazına karşın noel sebebiyle ışıklandırılmış sokaklar yürüme mesafesindeki geniş meydanlar bizi daha da yürümeye zorluyordu..Yürürken tesadüfen girdiğimiz sokaklardan birinin Amsterdam'ın alış-veriş caddesi olduğunu öğrenmemiz ve her yolun oraya çıktığını fark etmemiz fazla zaman almadı.. Yemek yiyip dolana yiye içe otele döndük..


Ertesi sabah Amsterdam'daki planlı ilk günümüze başladık..

İlk plan kanal turu.. Şahsen Amsterdam'da ilk yapılması gereken şeyin bu olduğuna sonrasında daha da çok inandım.. Tüm Amsterdam'ı görüp, gezi programını daha rahat çıkarabiliyor bu şekilde.. Bir de Amsterdamlıların en büyük gurur kaynakları olan suları karalaştırma ve denizcilik başarılarınından neden bu kadar övündüklerini daha net anladık bu turla.. Ayrıca meşhur tekne evlerini ve pek tarihi yapı görme şansı bulduk..

NEMO'nun dıştan görüntüsü..

Tur sonrası planımızda NEMO bilim müzesi vardı.. Turda etrafında gezerek incelediğimiz binanın içi beklediğimden çok daha değerliydi.. İşte o an dedim keşke.. Keşke daha uzun vaktimiz olsa burada, keşke Ulaş tüm günü burada geçirebilse.. Sonra aydım neden biz böyle bir şey yapamıyoruz ki?? O kadar da zor olmamalı.. Onca AVM yerine böyle bir bina yapmak.. Ranttı şuydu buydu ayrı da bence daha çok çocuğa/geleceğe verdiğimiz değerle ilgili bu..




NEMO, çocukların özgürce deneyler yapabilecekleri bir yer.. Suyla, ışıkla, maddeyle, uzayla, algıyla, bedenle çalışabilecekleri, suyu enerjiye dönüştürebilecekleri, okuduklarını GÖREBİLECEKLERİ, YAŞAYABİLECEKLERİ bir yer.. Üç boyutlu legolar, kocaman puzzlelar bir yana su olukları, kanallar, inşaat alanları, kaldıraçlar, köpükler, neler neler.. Ulaş'ın herhalde delirdiği bir yerdi.. Hele özgürce suyla oynamak.. Islanmaktan korkmadan (yanımızda yedekler vardı :).. El arabasıyla yük taşıyıp onları binaya monte etmek, ışık oyunları, uzay incelemeleri.. Bir orada bir buradaydı.. Hiç ayrılmak istemedi.. Şahsen ben de.. Ama o gün Ulaş'ındı ve daha yapacak çok şey vardı.. Şimdi haftasonu çocukla ne yapacağımı düşünürken kıskançlıktan kendimi yiyorum..



 Nemonun karşısında, önündeki büyük tekneyle kendini belli eden denizcilik müzesi var.. Sonraki durağımız orası.. İlk iş gemiye giriyoruz.. Eski bir korsan teknesi.. İçi tam donanım.. Ulaş'ın hamaklara atlamasına tipik kuralcı Türk mantığımla engel olmaya çalışırken başka çocukların hamaklarda sallandıklarını fark edince sesimi kestim ve Ulaş 17. yüzyıl korsancılığı ile tüm bedeni ile buluşma şansı yakaladı.. Mürettebatın hamaklarında sallandı, yemeklerini, korsanın haritalarını inceledi, sofrasında oturdu, top atışı yaptı ve gemide deli gibi koşturdu :)) Sonra müzede gemicilik tarihi ve coğrafya ve balina avcılığı ile ilgili bilgiler edindik bir taraftan oyunlar oynarken..




Bu iki müzeyle zaten kapalı olan havayı kararttık..


Başka bir ülkede olmanın, yada belki bilmediğin bir şehirde olmanın bence en eğlenceli kısmı yürümek.. Tanımadığın sokakları tanıdık eylemek (ertesi gün bizim meydan oldu Reimrand meydanı -otele yakın ya) Aralarda Hollanda'nın külahta patateslerinden ve çeşit çeşit tatlılardan atıştıra atıştıra yürüdük ışıklı ve noel heyecanıyla dolu sokaklarda.. Bir gün önce karşımıza çıkan Madam Taussoud'yu görünce girelim dedik planları esneterek.. Orası da hem Ulaş hem de bizim için ayrı bir eğlenceydi.. Örümcek adamın yanında duvarlarda poz veren, her gördüğü "ünlü"nün kolunu bacağını mıncıklayıp, naber kankalar diyen Ulaş için özellikle böyle bir kudurma imkanı şaşkınlık uyandırıcıydı :))



Sonra yine yürüme, yeme/içme otele gidip uyuma ve ertesi gün..

Or'da bir Ulaş var.. A'da :))



Ertesi gün için planımız müze meydanı ve birkaç müzeydi aslında.. Ama önce yine Ulaş'ı eğleyelim dedik ve hayvanat bahçesine gittik.. Ee saat ilerleyince sıkılan ve yorulan Ulaş ile müze dolaşmak pek bir zor olduğundan ve dahi kapıdaki kuyruk gözümüzü korkuttuğundan Rijks Müzesi başka bahara kaldı.. Van Gogh müzesini gezdik yalnızca.. Tabi I Amsterdam işareti ile fotoğraf çektirip, orada bulunan buz pistinde kayanları ve cristmas marketleri gezmeyi ihmal etmedik. Şahsen buz pisti, cristmas marketler, insanlar, müzikler... herşey benim için bir filmden fırlamış gibiydi..



Müze Meydanında bir süre takılıp, tıkınıp, gezindikten sonra Leidsepleine geçtik tramvayla.. Duyduğumuz her meydana uğramak ne kadar akıllıcaydı bilmiyorum ama burada hem yağmur yağmaya başlayıp hem de gördüğümüz diğer meydanlardan pek farklı bulmamız nedeniyle bir miktar hayal kırıklığı yaşadık.. Bir starbucks bulup kahvemizi içerken yağmuru seyrettik biz de.. Amma velakin Anna Frank'ın evinin giriş saatini kaçırmıştık.. Başka bahara deyip (evet bir de baharda gitmeli Amsterdam'a) yönümüzü kapanmadan yetişebilmeyi umduğumuz çiçek markete çevirdik.. Kapanmak üzereyken de yakaladık.. Bir miktar gezip, gözümüzü ve burnumuzu şenlendirdikten sonra Ulaş tosbağsının çiş sorunsalı Önder'i orada hediyelik alışverişine bırakıp Ulaş'ı tuvalete yetiştirmek zorunluluğu yarattı.. Tabi döndüğümüzde neredeyse hiçbir şey kalmamıştı.. Hayalkırıklığımı içime gömüp yeniden cadde cadde yürüyüşe vurduk kendimizi.. Baktık ki tosbağ arabada uyuyor red light discriti de görelim bari dedik.. Hiç yorum yapmayacağım zira Amsterdam gezisi boyunca kendimi kötü hissettiğim tek yerdi burası.. Kadınlık-cinsellik-metalaşma falan bir uçtan girip öbür uçtan çıktık kaçarcasına..

Sonrasında şirin bir restoranda yemek yiyip kendimizi yeniden Kalverstrat'da bulduk.. Karşımıza çıkan şirin ve küçük bir barda sıcak şarabımızı içerken sahibinin Türk olduğunu öğrenip bir süre Hollanda kültürü üzerine sohbet ettik..

Ulaş Amsterdam ganimetlerini sergilerken 

  
Amsterdam Müzesi

Ertesi gün Amsterdam'daki son yarım günümüzdü.. Bunu da daha çok daha çok fotoğraf çekerek değerlendirdik.. Bavullarımız emanet dolaplarına sığmayınca Ulaş ve ben Amsterdam Müzesini görmeden gitmeyelim diye koştururken elinde bavullarla bizi bekleme görevi Önder'e düştü.. Enteresan bir müzeydi Amterdam Müzesi de.. Tüm Amsterdam tarihini şovalyelerinden eş cinsel evliliğe kadar gözler önüne seriyordu.. Tabi dışarıda gergin bekleyen Önder'i ve yaklaşmakta olan tren saatini düşünerek pek de detaylandıramadık gezintimizi..




Sonra tren ve Paris'e yolculuk.. Paris'i başka bir yazıda anlatmalı.. Ama şunu söyleyebilirim biz Amsterdam'a hiç doymadık.. Üstelik Amsterdam'a çocukla gitmeyin diyen tüm dostlara ithafen Amsterdam'ın tam da çocukla gidilmesi gereken, çocuk dostu bir şehir olduğunu da söylemek isterim..Tramvay'ından sokaklarına,
müzelerinden parklarına, hayvanat bahçesine kadar çocuklar için çok şey bulunan bir şehir.. Dediğim gibi bir de baharda gidip bisiklete falan binmeli..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Teşekkürler....

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...